Cuma, Ekim 26, 2007

Supertramp


Dün Roger Hodgson konserine gittik. Sevgili benim doğum günümü en az bir haftalık programlarla kutlar, şu bendeki şansa bakın ( lütfen maşallah diyip tahtalara vurun)...Kutlamalar bu defa konser ile başladı Sağol sevgili.

Konserde baktım da, benim yaş grubum gelmiş, hani o 70'lerin ortalarında genç olup ta Supertramp' dinleyenler ekibi eh hala yakışıklıyız ( yalan), saçlarda hafif bir kırlaşmalar ( yalan beyazlaşme ve kelleşmeler), biraz kiloluluk ( yalaaaan herkez beline sarıp durmuş yağları ) ama heyecan aynı, müzik sevgisi aynı, coşku aynı. Elbette gençler de katılmıştı. Bir kısım arkada duran izleyici herhalde normal hayatta hiç hiç muhabbet etmediklerinden olsa bayağı derin sohbet ettiler sanki partiye gelmişler de, teypte müzik çalıyor. Ne güzeldi .

Supertramp'in elemanı Roger hala aynı sesiyle gencecik gibi. tekbaşına tüm sahnede, kah iki adet gitarıyla, kah klavyesi ile, kah piyanosu ile. İnanılmaz bir performans gösterdi. Aslında bol davullu zıplamalar bekleyenler biraz daraldı ama, Roger ve arada bir sahnede beliri p inanılmaz performanslar gösteren, nefesli saz ve piyano ve klavye çalan diğer müzisyen Aron ile muhteşemdi.

Dedi ki, biliyorum, milletiniz bir zor zaman geçiriyor, böyle zamanlar olur, hadi biz müziğin birleştirici sevgisi ile bir olalım ve sevgimizi tüm memlekete yayalım. Tertemiz sesi ile bizi büyüledi, Geçmişi getirdi, yenileri söyledi. Muhteşemdi. düşündüm, 1975 te arabada oturup, Supertramp'ı dinlerken, 30 küsur yıl sonra, sevgili ile dinlemeye gideceğim hiç aklıma gelir miydi?.... Aslında Roger'de böyle hissediyormuş, dediki "benim için, bir hayalin gerçekleşmesi bu her zaman İstanbul'a gitsem derdim, bu benim ilk gelişim, ama o sıcak havayı hemen hissettim" Ne büyük keyif aldım, bin kere sağol sevgili sağol varol hiç eksik olma, hep ol.

Konserde resimler de çektim yakında koyarım.

Çok keyif aldım. Çok. ÇOOOOK.

Perşembe, Ekim 25, 2007

29 ekim

Arkadaşlar,

Memleketimizde Cumhuriyet'in ilanı, sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Pek çok badireler atlatılmış ve sonucunda başarılmıştır. Cumhuriyetin ilanında Atatürk'ün, büyük dehası gene önemli rol oynamıştır.

Cumhuriyet'in ilanı öncesinde yaşananlar ve nasıl ilan edildiği hakkında en güzel bilgiyi gene "nutuk"ta bulmak mümkündür. Lütfen merak edin ve internetteki sayfalardan "Nutuk"a girerek okuyun.

İşte bu son derece muhim olayın 84. yılını yakında idrak edeceğiz. Çok önemli bir gündür. Lütfen boş geçmeyelim ve kutlamalara katılalım. Bizler için en önemli gündür. Unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet'imiz çok değerlidir. Onu en büyük coşkularla, neş'e ile doyasıya kutlamalıyız.

Bu bakımdan Kadiköy Belediye Başkanlığı'na teşekkür etmek isterim, muhteşem güzel Atatürk, posterleri bastırmışlar, tüm caddedeki dükkanların camlarına yapıştırılmak üzere dağıttılar. Ben de aradan istifade ile iki adet aldım. Biri Aşram'a diğeri eve...

Bu vesile ile erken de olsa, büyük Atatürk'ün belki de en güzel hediyesi olan Cumhuriyeti ve onun kabul edildiği bu müstesna günün 84. yılını kutlarım

Çarşamba, Ekim 24, 2007

Dün .....

Dün şehitlerimizi memleket toprağının bağrına bastık. Allah gani gani rahmet eylesin. Genceciktiler, binbir umutları vardı, anaları, babaları, yarları, daha çok görecek günleri vardı. Adi bir oyunun maşaları onları bu yaşamdan hoyratça koratıp attı... Ne kadar üzülsek azdır. Ne desek boşunadır. Hiç bir nutuk, hiç bir "kanı yerde kalmaz" lafı onları ne geri getirebilir ve ne de ailelerinin içine düşen ateşi söndürebilir. Bir tek şey bence hala vardır ve çok önemlidir ( ki bu da yok edilmeye çalışılmaktadır) "memleket için şehit düştü "
evet... hala daha bu milletin anası bunu der ve bağrına taş basar.

Oysa oyun çok adidir, emperyalizmin değişmez böl, parçala, yönet kuralı, yaklaşık iki yüz yıldır bu coğrafyadan iştahı kabaranlarca uygulanan bir plandır. Bu plan, Balkanlar'da, Arap yarım adasında, Ortadoğu'da önümüze gelmiştir. Anadolu bile o kahrolası haritalarında bölünmüştür. Amaç zayıf ve bağımlı küçük şımarık arsızlar yaratıp, onları kullanmaktır. Buna büyük Atatürk önderliğinde, kararla, azimle, şevkle başa çıktık. Yurdumuzun sınırlarını koruduk, kimseye boyun eğmedik. Dim dik durduk buralarda.

Memleketin sınırı kana bulanmış, 11 Cumhurreisi, özel uçakla Kayseri'ye gidip oy vermekte, Başvekil İstanbul'da oy vermede, kimseler yok ortalıkta saatlerce. Saatlerce üzüntü ve çaresizlikle TV'lere bakıyoruz Ey miletim ben buradayım heyecanlanma, şimdi hadlerini bildireceğim "diyen bir "baş yok" saatlerce, oy sanığı başında iki demeç. Yazıklar olsun.

Bıktım artık bu "dur bi başkan buşla görişeyim de" laflarından. Bu yazdığım muhalefet değil. Bu milletin bir ferdi olarak haykırışımdır. Derdim, gidelim savaş yapalım da değildir, bunu ne zor birşey olduğunu bilmeyecek kadar da cahil değilim. Ama sırasında zavallı bir çiftçiye, bir emekliye, sana, bana yapılan kasımpaşa ağzının, yürüyüşünün, dünyaya karşı yapılmasını istiyorum budur... Etmeyin ne olur muhteremler. Bir bakış, bir duruş, bir tavır, bir söz bile dünyayı titretmeye yeter, şunlara ezik kalmayalım lütfen, rica ederim.

Duydum ki RTÜK, TV'lere yayın yasağı getirmiş, hele bu daha da vahim bir durum, sansür baskının temelidir, haber alma özgürlüğünün, durumu yorumlamanın kısıtlanması, ancak dikta rejimlerinde olur. Vah ki ne vah. Üstelik daha da fena zira içimizdeki ateş daha da büyüyor. Unutmayın, sansür olunca herşey el altından yayılır, Bu defa işin içine yalanlar, şehir efsaneleri falan da girer. İnşallah ne yaptıklarını biliyorlardır.

Salı, Ekim 23, 2007

Referandum hakkında son yazı

Elbette, hiç de şaşırmayacağımız şekilde referandum da "evet" oyu çıktı, analizi iyi yapmak gereklidir, elbette bunu yapacaklar da yapar. Ben oralarda değilim, birincisi referandumu akp'liler bir güç sınavı olarak gördüler, burada ne için referanduma gittikleri ve neyi oyladıkları önemli değildi. Yalnızca partilerinin "evet deyin" dediği için hiç düşünmeden uyguladılar. Diğer kısım ise saf demokrattılar ve halk seçsin diyerek tertemizce evet oyu verdiler. Bir kısım ise hiç bir şeyden haberdar olmayarak " aman iyi bişeydir ben evet diyim de " dedi. Zaten pek çok insan için 20 YTL ceza da ürkütücü bir ceza, düşünsenize adamın maaşı ( ekonomi falan çok iyi ya) 250 YTL e bunu 20 YTL'sini ceza ver, tam bir felaket.

Tam karşıtı için de aynı şeyler geçerli, demek ki referandum falan hikaye. Her neyse, zaten memleketimizin üzerine kara bulut gibi çökmüş bir gündü, unutulası değil. gene bir "kanlı pazar" idi vatan evlatları, dışarıdan güdümlü üç buçuk baldırı çıplak şımarık hainin pususuna düştü, katledildi. Bu dış güç maşası olma durumunun yakın tarihimizde çok örnekleri var, hiç değişmiyor bu memleketin üzerindeki oyunlar, ilerideki yazılarda yazacağım.

Referandumda şehir bazında hayır oyu verenler de oldu, bu şehirlerin konumuna ve de tahsil durumlarına bakın.

Net olarak hayır oyu veren şehirler:
Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Aydın, Muğla, Tunceli. Bu şehirlerde, hayır oyları %70 cıvarında, izmirde ise yarı yarıya ve ufak bir farkla evet çıkmış. İstanbul 'da katılım %55 dolayısı ile evet çıkması önemli değil, evet çıktı ise de kimlerin verdiği ortada.

Hükümetin yerinde ben olsam bu referandumun sonuçlarına sevineceğime üzülürdüm ne yaptımda okumuş insan oranı yüksek ve medeni yaşama daha yakın merkezlerde çuvalladım diye. Dostlar, referandumlar, kültür seviyesi çok yüksek memleketlerde, tarafsızca karar verme yetisi olan insanlarca kullanılır belki, ama bizimki gibi kuzu milletlerde durum ortada.

Referandum ve beticesi hayırlı olsun, e heralde artık 11. reisicumhur istifa eder ve halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı oluşmasına izin verir. Korkmasın yahu nasıl olsa gene onu seçerler, ama şeyyy eee oy vermeyen %30 ve hayır diyen %30 var eyvah ya başına bi haller gelirse vay ki ne vay. Allah kimseyi bu durumda bırakmasın yahu ne fena.

Ha bu arada, Anayasa Mahkemesi başkanı da seçildi, çok şükür onun da eşide sıkmabaşlı. Bu seçilen kardeşimiz, refah ve fazilet partilerinin kapatılma davalarında cansiperane çıkışlar yapmıştı. 367 konusunda da olumsuz oyun sahibiydi. Bir kale daha teslim alındı çok şükür çok şükür... Ohh Oh yurdum, protokolü tamamen sıkmabaşa büründü, veleddalin amin.

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Gene referandum yazısı

Aslında bugün birşey yazmayacaktım, ama bazı oluşumlar beni gene yazı yazmaya itti. Demokrasilerde kişisel tavırların gösterilmesi gerek fikirlerin yazılı veya sözlü olarak beyanı ve gerekse de sandıkta tecelli eder. Sandık seçiminizi yapmış olduğunuz yerdir. Sandığa gitmek veya gitmemek te demokratik tavrınızın beyan edildiği noktadır.

Anayasamıza göre yurttaşlık görevlerinden biri de seçim hakkını kullanmaktır. Bunu daha da sağlamlaştırmak içim sandığa gitme zorunlu tutulmuş ve bu zorunluluk, gidilmemesi halinde para cezasına çarptırılmak müeyyidesi ile daha da sabitleştirilmiştir.

Mesela geçtiğimiz seçimlere gitmediyseniz cezanız 7,5 YTL idi. Maliye 8 YTL nin altındaki cezaları takip etmiyor. Yani geçen seçime gitmediyseniz birşey yok.. Ama dün yangından mal kaçırır gibi ani bir haber,

YSK buyurmuş :
- referanduma gitmeyenlerin cezası 17.5 lira ...
- neden ?...
- öyle işte katsayı değişti.
- Yapma yahu bunu neden böyle iki gün kala belirlediniz ?
- biz belirleriz.
- peki !

Bugün gazetede okuduğum pek çok yazı içinde bir yazının son paragrafını belki siz de paylaşmak istersiniz diye buraya alıntı yapayım dedim.

Bu günkü Cumhuriyet Gazetesi'nde Sn Mustafa Balbay'ın yazısının son paragrafı bu. burası özel bir blog ve bu bölümü aldığım için de Sn Balbay ve Cumhuriyet Gazetesi'nin hoşgörüyle karşılayacağını umarım.

.................
.................

Yarın referandum var.
Ben yurttaş olarak böyle bir oyunda yokum.
Bir başka anlatımla akp nin yaptığı ip oyununa benziyor. İp oyununda birbirine yakın güçteki iki taraf, ortadaki çizginin biraz gerisinden ipi çekmeye başlar. Karşısındaki grubu çizginin içine çeken kazanır.
Akp kendi tarafındaki ipi direğe bağlamış. Çekiyor gibi yapıyor... Karşısında cılız da olsa bir grubun olmasını ve ipi çekmesini istiyor.
Eğer sandığa gidiş %50 cıvarında kalırsa, akp nin karşısındakiler ipi bırakmış olur. akp de çekiyor gibi yaparken, oturma organlarının üzerine çökmüş olur.
Referandumu iplememek ciddi bir karardır!

Referanduma gitme gitmemeniz evet veya hayır verme kararınız hayırlı olsun, iyi hafta sonlları..

Cuma, Ekim 19, 2007

anayasa ve referandum kültürü

Muhterem başvekil, geçenlerde buyurdu ki, artık milletimiz referandum kültürüne alışsın. Muhterem. millet neye alışacağına şaşırdı yahu.
Siyasal Bilimler mezunuyum, üstelik te şu anda YÖK başkanı olanPro.f Dr. Erdoğan Teziç, bizim anayasa hukuku hocamızdı, ilk kitaplarımızdan biri Prof. Dr. Mümtaz Soysal hocamızın 100 soruda anayasa adlı eseriydi. İyi bir eğitim aldık, politize idi ama okuduk, bitirdik yaklaşık 30 yıl önce ama hala aklımızda bir çok bilgi vardır.

Unutulmamalı ki Referandum sistemi, siyasi bakımdan "doğrudan yönetim" sistemidir, oysa ki TC'nin anayasal yapısı ise "dolaylı" yönetim ve parlamanter sisteme göre yapılmış, fiilen de bu şekilde yönetilegelmektedir.

Eski Yunan'da şehir devletleri ( siteler) halkın doğrudan yönetimi ile yönetilmiştir. Hala daha minicik İsviçre'nin bazı kantonlarında doğrudan yönetim belediyeler bazında süregelmektedir. Burada da otobüs şuradan geçsin mi, sokak buradan dönsünmü gibi yerel olaylar için yapılır referandumlar.

Referandum muhterem'im dediği şekilde uygulanmaya başlanır ise halk kendini doğrudan yöneteceğinden bu durumda parlamentoya gerek kalmaz !!! yani sistem tümünden değişir ki bunu çok büyük mahzurları vardır.

Bu sebeple çocuk oyuncağı gibi referandumlarla yönetim olmaz. Üstelik "kızdım size alın bakalım referandum" hiç olmaz, iktidar olmak intikam alma yeri değildir. Olmamalıdır, zira unutulmamalıdır ki iktidar bir gün muhalafete düşer ve yeni iktidar da devri sabık yapabilir. Büylece iş tamamen arap saçına döner. Diğer yandan referandum %51 lik bir çoğunluk ile sonuş vereceğinden bu gibi durumlarda daha düşük değerdeki bir oranla ( her zaman %47 olmaz) gelen bir hükümet aciz durıjmda kalabilir.

Kaldı ki yapılacak olan bu referandum'un, gereği de kalmamıştır. Yarın öbürgün bu referandum da evet oyu çıkarsa bir cumhur başkanı be halktan %51 aldım sizin oranınız daha düşük diye kendini hükümetlerden üstün görebilir. Bu durumda iş diktaya kadar gidebilir. Ama bizimkilerin bunlar hhiç umurunda değil elbette ki etraflarında bunları kendilerine söyleyenler vardır . Ama hep sinirlilik hep asabi haller içindeki ekip bunları dinlemez bile.

Hadi bakalım gidin veya gitmeyin, evet veya hayır verin. Karar sizin kolay gelsin.

Perşembe, Ekim 18, 2007

Bir bilmecem var çocuklaaar, haydi sor sor!!

Çayda kahvaltıda yeniiir
acaba nedir nedir...
.........................
.......................
........................

Bilmece şu,

Bir Ortadoğu Arap ülkesi varmış, halkı tabii ki büyük çoğunluğu Müslüman, bir de Avrupa! ülkesi varmış onunda halkının büyük çoğunluğu Müslüman, Arap ülkesinin başkanı, diğerinin reisicumhurunu ziyarete gitmiş. Aşağıdaki resimlerdeki hangi çift o arap ülkesinden gelmiş ? .............


Bilmecenin hediyesi "Eti Bisküvisi"!!!! ufak ama ilk doğru bilene muhakkak verilecektir...

..... Bisküvi denince aklaaaa
her an onun adı gelir...
Eti .... Eti ..... Eti.

Hadi derin derin düşünün ve de kalın sağlıcakla.. Tabi kalabilirseniz.

Salı, Ekim 16, 2007

Gene "Nutuk",

Dostlarım,

Geçen gün, Sevgili ile kitapçıdaydık, pek severim kitapçıları, hepsini almak isterim ne de güzeldir binbir bilgi, binbir felsefe. Benim birden aklıma Büyük Atatürk' ün "Nutuk"unu almak geldi, yıllar önce üç cilt olarak almıştım, fakat taşınmalar sırasında pekçok şeyle birlikte biryerlere koydum ve de uzundur bulamıyordum.

Hemen gözümüzün önünde birkaç alternatif duruyordu, tek cilt olanını seçtim sevgili de bana aldı. yıllarca okuduğum bu temel esere yeniden kavuşmuştum. Hemen ofiste yanıbaşıma koydum. Derhal de başlayıp hemen size oradan da notlar çıkartmaya ve de yazmaya başladım.

Bugün ise Cumhuriyet gazetesinde okuduğum bir haber beni keyiflendirdi. Atatürk, Nutuk'u CHP'nin 2. Büyük Kongresi'nde 15 ekim 1927 de okumaya başlamış. Ben de 12 ekimde 2007 de tekrar almışım. Herşey ne güzel oturdu.

Gene gazeteden okuduğum bilgilere göre, Gazi'nin bu sunumu 36 saat 33 dakika sürmüş.toplam beş günde tamamlanmıştır. Okunması sırasında, tüm dünyanın kulağı buralardaymış, özellikle o Kurtuluş Savaşı'mız ile yendiğimiz, işgal devletlerinin alçileri her geçen gün acaba yarın ne diyecek diye bekleşir olmuşlar.

Atatürk, Nutuk'u eski Çankaya köşkünde yazmış. Zamanın Çankaya Köşkü dediğimiz ise, basit bir "bağevi". Eski bir ev üç oda bir salondan ibaret, damı akıyor, akan yerlere leğenler konuyor ve Büyük Önder, akmayan yerde yazıyor yazılarını. O insan ki istese tüm dünya emrine amade o sıralarda, ama kimseye el açmıyor. O insan ki, istese ve dese ki "padişah olacağım" kimse ses çıkaramıyacak. Oysa o, halkının emrinde bir lider olarak, 1919-1927 arası yaptığı savaşımın adeta hesabını verirken, ileride olabilecekleri öngörüyor ve dersler veriyor. Üç buçuk Galata bankerinden aldığı borçlarla saraylar yaptıran son dönem osmanlı padişahlarının halini düşününüz.

Dostlar, devlet ikbali ile kişisel ve ailesel güç elde edilmez. Maalesef bu tip devlet adamlarının şimdilik sonuncusu 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer idi, devletin en üst görevini sürdürdüğü sırada evladını evlendirdi, o gün Köşk'te hiç debdebesi olmayan bir tören düzenlendi, takı törenleri vesaire yapılmadı. O güne ait tüm masraflar, mesaiye kalan memurların fazla mesaisinden, Köşk'te o gün için harcanan elektriğin parasına kadar, bizzat Sayın Sezer tarafından ödendi. Bir de son günlerde yaşananlara bakınız. 30 evladımız ölmüş, ortada davulzurna düğün, takıların yarısı şehitlere bağışlanacakmış. Kimbilir belki ben yalnış düşünüyorum. Her neyse, herkez evladının mürüvvetini görmek ister ama. Devletin başındakilere özellikle sadelik ve alçak gönüllülük yakışır diye düşünüyorum.

Herneyse dönelim Nutuk'a, bu tarihi belgeyi yazdırırken Atatürk neredeyse hiç uyumamış, yalnızca notları tutanlar arada nöbetleşerek devam etmişler, büyük heyecanla. Atatürk bu dönemde, bir de kalp spazmı geçirmiş ama hemen devam etmiş çalışmalarına.

Nutuk, bence devlet tarfından, okul açılışlarında öğrencilere bedava dağıtılmalı, heyhat nerede ? üstelik belki Nutuk'tan haberi olan gençlik bile bırakılmamaya çalışılıyor. Son derece somut, net, ispat edilmiş bir geçmişi ders almak varken, nasıl soyut olgularla uğraştırılıyor. Yazık!..

Nutuk, ya da Söylev ile ilgili bir yazı dizisini Yrd.Doç.Dr Orhan Çekiç, Cumhuriyet gazetesinde yazıyor, tavsiye ederim bugün dahil alınız devamını da okuyunuz.

Ayrıca http://www.nutuk.org sitesine girerek okuyabilirsiniz.

Umarıum okursunuz, belki diyeceksiniz ki okumuştum, bir daha okuyunuz ve durumumuzun ne olduğunu daha iyi görünüz o halde şimdiden iyi okumalar

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Kadırga...

Arkadaşlar,

Bilirsiniz olmadık zamanlarda acaip yerlere gitme huyum vardır. Bu sabah sevgilinin annesi ve bir yabancı arkadaşını almak ve havaalanına gitmek üzere araba ile avrupa yakasına geçmem gerekiyordu. Düşündüm ki sabah saat 9.00 da Yenikapı'da olmak için sabah trafiğine girmemek lazımdı. O, zaman dedim ki madem erken gideceğim bari çok erken çıkayım, hiç trafiksiz rahatça gideyim, karşıda allah kerim, oturur bi yerde kahve içer gazetemi okurum, böylece trafik derdinden, dur kalktan da kurtulurum.

6.20 gibi yola çıktım ve köprüyü hemen geçtim, çevre yolunu tercih etmeyerek, Barbaros bulvarı, Eminönü yolunu kullandım. Sirkeci'ye geldiğimde şeytan dürttü, yıllardır oraları böyle boş görmemiştim, bu rahatlıkla, Sirkeci'den sağa saparak, vilayetin önünde geçip düz devam ettim. Sultanahmet'e artık araç girmediğinden, dümdüz aşağıya iniliyor ve Ahırkapı'da sahil yoluna çıkıyor.

Yoldan yokuş aşağı giderken, düz giderek hemen sahil yoluna çıkmak yerine merakla, tren yolunun ve surların arkasından sahile paralel devam ettim. Bomboş yollar gittikçe daraldı ve sonunda, ancak bir araba geçecek kadar küçüldü. Zamanım gayet rahat olduğundan, yeni yeni ağıran günün tertemiz ışıklarında, yeni yeni uyanan bu daracık eski İstanbul sokaklarında ilerledim.

Burası meşhur Kadırga idi ve ben bu yaşıma kadar hiç, buralara gelmemişim. biraz hayret ve biraz da merakla dolandım, küçücük ahşap evler, dar sokaklar, sokak arası dükkanları, tam bir mahalle yaşamı görünüyordu. Sanki eski siyahbeyaz Türk filmerinde gibiydim. Adeta büyük bir sinema dekoru gibi. Taa Kumkapı istasyonunun hemen yakınında bulunan, bir arabanın geçebileceği, elinizi kaldırdığınızada değebileceğiniz, tren alt geçidine kadar o yollarda devam ettim. Şimdi en kısa zamanda, sevgiliyi alıp orada yürümeyi planlıyorum. Maalesef makinamım pili olmadığından bu gesiyi resimelyemedim ama en kısa zamanda yapacağız bunu.

Şu çok sevdiğim şehir gene karşıma bir sürpriz çıkartmıştı. canım İstanbul dünyanın en güzel şehri ve ne mutlu ki biz bu şehirde yaşıyoruz.

Perşembe, Ekim 11, 2007

Nutuk'tan

Büyük Atatürk Nutuk'un daha en başlarında şöyle diyor,

"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam iştiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa layık görülemez.

Yabancı bir devletin koruyup kollayacağını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu,güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka birşey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

O halde ya istiklal ya ölüm !"

G
eçtiğimiz günlerde bildiğimiz gibi bu vatanın 30 evladı katledildi. O gün muhterem başvekile mikrofon uzattılar:

"Biliyorsunuz bir ay sonra Amerika'ya gidiyorum, orada onlarla konuşacağım" dedi

Şahsen utandım yerin dibine girdim, Amerika, güçlü ve zengin olabilir ama bizim hamimiz mi ya da birileri öyle olduğunu mu zannediyor. Ben Türkiye Cumhuriyeti başbakanının bunu yanlışlıkla söylemiş olduğuna inanıyorum. Bu tutumunun da değişmesini diliyorum. Olacağına da inanıyorum.

Bakınız dostlar, Mustafa Kemal Atatürk, bir peygamber veya kahin değil; kahinlerin kamaşık sözlerinden medet umarak tahlil ve tahmin yapanlar, şu büyük adamın hiç bir tahmin gerektirmeyen düpedüz, ap açık son derece gerçekçi sözlerini okusalar ya. Ne dese aynen çıkıyor.
Umarım işin,

" memlekette iktidar sahipleri, gaflet delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler" kısmına gelmeyiz. Yoksa ?

Bence NUTUK ders olarak okutulmalı ders


Salı, Ekim 09, 2007

kız kulesi

Her zaman asabi siyasi yazı yazmıyacağız ya......

Yahu 49 yıldır şu şehirde yaşar ve neredeyse her gün kız kulesini görürüm. Hep çocuksu bir merak içindeydim. Geçmişte bir kere tekne ile birkaç metre kalana kadar yanına gitmiş, ancak oradaki asabi bekçinin

"Gidin layn, yassah burası" dürtmesi ile o metruk halinde bile karaya ayak basamamıştık

Daha sonra medyadan renove edildiğini oradaki kafe ve restoranı haber almıştık.

Nihayet şu yaşimda, özbe öz İstanbul'lu olan ben dün, sevgili, anne ve babası ile bir yabancı arkadaşları ile keyif ve daha ziyade yoğun merakla kız kulesine gittik.

Akşam yemeği için rezervasyon yapılması şarttı, rezervasyon sırasında, kibarca spor kıyafetle gelinmemesi tembih ediliyordu. Tam sevdiğim şartlar, muhteşem bir mekan iyi bir orkestra bir orkestra ile ılık ve güzel bir müzik dinleniyordu, yani müzik canlı ve orkestra çok yakınızda olmasına rağmen müzik konuşmalarınız engellemiyordu. İyi servis ve lezzetli yemekler vardı. House wine, Kız Kulesi'ni tavsiye ederim. Rakkamlar bu tarz yerler seviyesinde. Nezih bir müşteri topluluğu ve düzgün turist müşteriler de var. Kafe kısmı akşamları da servis veriyor ancak rezervasyon yaptırmak gerekli. Gidiş gelişte güleryüzlü motor ekibi sizi zevkle götürüp getiriyor. Arabanız o anda emrinize amade ediliyor. Başka yerlerdeki aç gözlü valeler yok herkez kibarca teşekkür ediyor.

Ve manzara, ben herzaman buranın dünyanın en güzel şehri olduğunu söylüyorum, benim için gözbebeği İstanbul, buralı olmaktan gurur ve haz duyuyorum. her yerini her halini seviyorum.
5 kat yukarıdaki seyir terası binbir gece masalı gibi bir manzara veriyor. Beraber gittiğimiz yabancı hanım,
" Allahım heralde rüyadayım beni çimdikler misiniz" dedi :)

Dışarıdan ufacık gibi görünen yer hiç te öyle değil ve gayet iyi yerleştirilmiş asla kasvetli bir havası yok.
Pek güzeldi pek keyif aldık, gitmeyenlere şunu söyliyeyim, gidin muhakkak ve ne kaçırdığınızı görün. Biz an kısa zamanda akşam oturmasına gideceğiz tekrar.....

Pazartesi, Ekim 08, 2007

İstanbulun 84. kurtuluş yıl dönümü

Dostlarım,

İstanbul'un kurtuluşunun 84. yılını geçtiğimiz 6 ekim günü kutladık. Tüm gazetele sütun sütun manşetlerle bu ata yadigarı şehrimizin nasıl işgal edildiğini ve nasıl kurtarıldığını yazdı. Televizyonlarımız bir sürü dizi ve gündelik dramalarla bu günü bizlere yaşattı. Halkımızı stadyumlarda toplayan bil umum siyasi partiler şenlikler, şölenler konseler ve eğlentilerle bu müstesna günü kutladı.
Başbakan ve Cumhurbaşkanı, tüm bakanlar, yüksek kademedeki hükümet üyeleri ve möuhalafet parti ilerigelenleri, bir araya gelip bu önemli günü kutlama törenleri yaptılar. Okullarda çocuklar toplanıp çoşku içinde bu günü yas ettiler. Üniversite kuruluşları, paneller düzenleyerek Osmanlı'nın başkentinin ne şartlar altında işgal edildiğini ve hangi şartlarla bu işgalin bitirildiğini tartışarak. Bir daha böylesi günlere gelinmemesi için her daim akılla, hür irade ile tam özgürlükle yaşam konularında bildiriler yayınladılar. O zamanın işgalc, kuvvetlerini temsilen ilgili devletlerin İstanbul konsolosları, işgali anma anıtı önünde özür çelenkleri bıraktılar.
Halkımız bir daha böylesi bir emperyalist işgali tekrar hatırldı, kin ile değil, akıl ile bir daha böyle bir esarete girmemek için uyandı.

Hepsi yalan...........................................

Bunların hiç biri olmadı, belki Vatan Caddesinde sureta bir tören yapılmış. Bir iki mekanda konuşulmuştur. Belki Taksim Cumhuriyet anıtına ( o da AKM gibi henüz yıkılmamışken) Valimiz ve devlet erkanı çiçek koymuşutur ancak bunlar, anayasa, türban, vs. vs. vs. gibi bir sürü önemli konuların arasında kaybolup gitmiştir. Yollar kapandığı için zaten ne olduğunu bile bilmeyem halk trafik sıkışıklında bu dura küfür bile etmiştir.

Yurdumuzda nedense kurtuluş günlerinin hatırlanması ve hatta onların dillendirilmesi neredeyse yasak haline gelmiştir. Ben demiyorum bazı kurtuluş günlerinde, Türk askeri kıyafeti giymiş insanlar, yunan askeri kıyafetindekileri yere yatırıp süngülesin. Ama en azından resmen ve güçlü bir şekilde bu günler hatırlansın ve kutlansın ayrıca da bilimsel oalrak sebep ve sonuşlar konuluşulsun halk bu işlere ilgi duydurulsun.

- Olmaz!
- Neden?
- Avrupa Birliği kızar
- Kızsın yaw adamlar bizi işgal etmiş hatta benim Çanakkale'de bunları paçavraya çeviren dedem Cevat Paşa'yı , yetmemiş, büyük babam Basri Paşa'yı da Malta'ya sürgüne göndermiş (gerçektende)
- Olmaz şimdi istikrar bozulur, allah muhafaza borsa düşer, dolar molar değer kazanır. Hem canım bunların üzerinden 80 küsur yıl geçti hala kin ve intikam mı? bak Ermeniler falan olmamış jenosit için seslerini çıkartıyorlarmı?. Hem memleketin Âli menfaatlerine karşı bir hareket olur. Artık globalleşme çağında yaşıyoruz. Bırakın bu işleri hisse senedi falan alın, japonyaya gidin orada bir japon kadını ile evlenin ve onun birikimini Türkiye'de faize maize yatırın allah allaaah, fesüohanallah yahu ve minelgaraip.
- Yaw babaannem Ayşe Faika hanım kadın halinde dikilmiş ingiliz komserinin karşısına be!
-
Babaanneni de al git kardeşim huzuru bozma
- Ama, vatan, özgürlük, bağımsızlık,
-
senin vergi numaran kaç lan?

Ne diyeyim ben, bir garip vatandaşım, oysa memleket refah ve ferah işinde, dolar bi lira, borsa aslanlar gibi, halkımız neş'e vr zenginlik içinde, bir yıldır şemsiye fiatları %1 arttı, güney doğu anadoluda hiç bişey olmuyo, Amerika ayrılıkçı teröre destek vermiyo. Yurdumun medyası, bankaları, bu memleketin öz malı. Ben ise huzur bozup duruyorum.

Affedersiniz.

Ben bir sonraki yazımda, ingilizlerin, nasıl ve hangi tarihlerde İstanbulu işgal etmediğini, Padişah ve hükumetin nasıl boyun eğmediğini. İşgalcilerin karakol basıp uyumakta olan askerlerimizi nasıl katletmediklerini. Sonra da nasıl kıçlarına ( bir denizcilik tabiridir ve arka demektir) s... afedersiniz gitmediklerini anlatacağım.

Cuma, Ekim 05, 2007

Gecekondu kültürü ?

Dostlarım,

Yaşım icabı özellikle gecekondu gelişiminin son 40 yılını gayet iyi biliyorum. Bakın kentlerimizin kıyısında yeşeren bu olgu bizi nerelere getirdi.

Küçüklüğümde sırtında şiltesi ve elinde küçük bir çıkını olan adamları görür ve bunların ne olduğunu sorduğumda, annem bu kişilerin köylerinden çalışmak için gelenler olduğunu evlerinin olmadığı söylerdi. Ben de hayretle bakardım.

Bu gelişler genellikle trenle olur, eski yerli filmlerdeki meşhur Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerinden denize ve şehre bakılır, sehirden çekinilirdi. Daha sonra o zamanın şartları altında iş aranır, ya bir fabrika veya atölyede çalışılır, genellikle inşaatlarda amelelik edilir, bakkala çırak olunur, ya buraların tahta karkas şantiye kenarlarında ya da bekar odalarında olumsuz şartlar altında kalınırdı. Daha şanslı olanlar, hala varlığını sürdüren köşklerde veya büyükçe müstakile evlerde hizmetli olarak çalışır, ve bunların bahçeleri içinde bulunan müştemilatlarda kalırlardı.

Türkiye şartlarının değişimi ve bu gelenlerin ellerinin para tutması, şehir hayatına merak ve yerleşik düzene geçme çabaları başlardı. Gelenler genellikle eşlerini ve çocuklarını köyde bırakırlar, büyük şehirlerde ki kazançlarını köylerine gönderirlerdi. Ne de olsa gurbetteydiler be bir gün daha iyi şartlarla köye döneceklerdi.

Gelelim köylere, köyler olabilecek en ufak yerleşim birimleridir, herkes birbirini takip eder ve gerçekte inanılmaz bi dedikodu yumağıdırlar. Elbette temiz hava, iyi su, tarhana , bulgur, pehlivanlık, falan gibi köysel sözleri bilirsiniz. Ama sadece bu değildir orada da insanlar yaşar ve tüm dünyaları tarla, hayvanlar ve küçücük köy sınırlarıdır. İnsan yaşadığına göre insansı tüm olumlu ve olumsuzluklar mevcuttur, Sanılanın aksine yoğun bir cinsellik vs. mevcuttur. Genelde kadınlar tarlada çalışır ve açık havada çalışan tüm insanlar gibi, ağır doğa şartlarında kendilerini koruyacak ürtüleri, çalışmalarını zorlaştırmayacak şekilde başlarına takarlar. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi bazı bölgelerde ( mesela ege ve doğu-güney doğu anadolu) erkekler de böyle bir örtü kullanırlar ( bazı yörelerde yanılmıyorsan adına poşu deniyor, bilmem..)...

Şimdi nerede kaldık, adamlar şehirde bir kısım başka adamlar ve kadılar köyde, Özellikle 50li yıllardan ama genellikle 60 lı yılların sonunda itibaren. İşte bu sehirdeki adamlar, artık köye dönemeyeceklerini anlıyorlar, bir kısmı ailelerini terk ederek trajik olaylara neden oluyor ve diğer bir kısmı ise, çoluğu çocuğu getiriyor şehire. Eh artık bekar odalarında falan böylece oturmak mümkün değil, kiralık ev ise hayal, bu durumda boşbuldukları yerlere, devlet arazisine, şahıs arazisine ev yapmaya başlıyorlar, neden gecekondu dendiğini bilirsiniz ama hatırlatayım o sırada ev, öğlene doğru inşaaya başlanıyor gece de damı örtülüyor sabaha mantar gibi bitmiş oluyor ( zannaderim bunun hukuksal bir kolaylığı da vardı ama yanıltmıyayım) .

Çoluk çocuk bu susuz, elektriksiz yolsuz genellikle tek odalı kulübeye yerleştiriliyor. Sonra onun kenarları geliştiriliyor ve ortaya bugün, fikirtepede kuştepede, gültepede vs de görülen ve hiçbir şehircilik standardına uymayan apartman gettolar oluşuyor. Neyse daha o kadar ileri tarihe gitmeyelim.

Bu durumda adamın kazancı elbette yeterli olamıyacağından genelde kadınlar da çeşitli işlere, genellikle de ev temizliklerine gidiyorlar. Elbette bu kadınların başlarında köyde kullanmaya alışmış oldukları genellikle kenarları el işli yemenileri var. Yemeni ise ücgen yapılıp başa koyuluyor daha sonda uçları arkadan saçlar içeride kalacak şekilde toparlanıp başın üstünde bağlanıyor. Arada saç falan da gayet normal olarak görünüyor. Altlarında 70 yılların ortalarına kadar da sümerbank pazeninden veya emprimesinden yapılmış şalvarları oluyor.

Bu oluşumlar önce, politikacıların iştahını kabartıyor, zira talepleri var ve kalabalıklaşarak önemli bir oy potansiyeli oluşturuyorlar. Bulundukları yerde illegal olmalarına rağmen politik zihniyet onlara yol, su, elektrik götürüyor. Tabii bu mahalleler dahada gelişiyor, elbette emlak vergisi falan da hak getire. İlk dönemlerde sol görüşün çeşitli fraksiyonları bu mekanlarda yerleşiyor. İş, aş, eşit paylaşım vs gibi hoş söylemler ile artık mahalle olan bu yerler tavaş yavaş o zamanki adı ile " kurtarılmış bölgelere" dönüşüyor, öyle ki buralara polis bile giremiyor. Daha sonraları, özellikle 12 eylülün etkisi ile önce solcular temizleniyor kısa bir apolitizasyon döneminden sonra muhafazakar görüş baskın olmaya başlıyor. Tarikatlar vs işin içine giriyor bu defa da zaten alışık olunan köy şartları ile herkez dedikodu yapmaya ve birbirini kollamaya başlıyor. Başını bir şekilde örtmeyen kadınlara kötü kadın gözü ile bakılıyor gerek etrafındaki komşuları, ve gerekse bu kadınların, kocaları tarafından yoğun bir zorlamaya giriliyor. İşte mahalle baskısı kısmı budur.

Hatırlarım yukarıda bahsettiğin köysel kılıkla annemin evine temizliğe gelen bir kadın vardı, genellike bu tip kadınların çoğu gibi şişmandı, bir müddet sonra karpuz kollu, bol ve bej bir pardesü giyer oldu yaz kış demenden "yahu kızım delimisin bu sıcak havada"dediğimizde "ne yapayım komşular başka türlü giyinince adımı çıkartıyorlar sonra adamdan akşam dayak yiyorum" demişti.

Evet kadınları kıyafeti şimdi karpuz kollu uzun ve bol bej bir pardesü olmuş başlarda da çok hala çok abartılı olmayan eşarplar bağlanmıştı. Zaman içinde politik gelişim ve tarikat bağlarına bağlı olarak bu örtünme şekli daha da değişerek bu günkü görünümünü aldı. Yani bugün gördüğünüz sıkmabaş tarzı örtünmenin kökleri gecekondu kültürüne çok bağlıdır. Tabi bir kısım gecekondu ahalisi işlerini güçlerini bu gibi tarikatsal ya da yerel politik abi- kardeş kafakolları ile geliştiriyor elleri bolca para tutuyor, hemen gecekondu semtinden önce yakındaki semte daha da kazandıkça zengin semtlere yerleşiyor. Bir kısmı da devlet ikbalinden yararlanarak toplumsal mevkii içtimailerini yükseltiyorlar. Bunların bir kısmı şu anda gördüğünüz , Cherokee, land rover kullanan başörtülü ekip, henüz palazlanmakta olanlar da Kia vs gibi daha ucuzca olanlarını kullanıyor. Diğer bazıları da resmi araçları.

Üniforma şeklindeki başörtüsünü bu insanlara mecbur ve amir kılan görüş, Atatürk'ün kurduğu, çağdaş, laik hukuk devleti olan TC'nin kuruluş ilke ve amaçlarına karşı bir görüş, başörtüsü artık bir siyasal sembol olmuş vaziyette, kusura bakmayın ben inanmıyorum, dinimi yaşamak istiyorum laflarına. Kadına bakıyorum, afedersiniz, üzerinde sosis gibi yapışmış bir uzun elbise bütün hatları ortada, ama baş tarif edilen şekilde kapalı. Yanlış anlaşılmasın, namazını kılarken başını örterek saygıda kusur etmeyen, köylerde başı örtülü ya da gayet tabii olarak başörtülü hiç bir muhterem insana tek bir sözüm yok. Hiç bir zaman da olamaz, ama bu komik görünümlü sıkmabaş belli bir görüşün üniforması, biliyorsunuz, kolay değil önündeki uzantıyı sağlamak için içine rontgen filminden kesilmiş bir parça konuyor, daha sonra arkaya doğru olan kavuni uzantı için ( herkesin beline kadar saçı olmadığından) oraya da bir parça ekleniyormuş. "Neden"," eee bunun da modası var". Kolay mı kadın alımlı görünecek hoş olacak,"aa nasıl yani, anlamadım hoş mu görünücen, yaw başını birileri görüpte günaha girilmesin diya kapatmadın mı?".... "olsun hoş görüneyim".. "peki..."

Şimdi yukarıdaki bahsettiğim annemin evine gelen kadın ne oldu diyeceksiniz. Evet kocası önce bakkal çırağıydı, bisikletin önüne gidon ile kendi arasına sıkıştırdığı pazarcı küfesi ile evlere bakkaldan malzeme götürdü. Kadın çalıştı, epeyce çocıukları oldu. Adam daha sonra bakkalın ortağı oldu.kadın gene çalıştı. Daha sonra dayısının yanında bir pastanede çalıştı. Kadın hala çalışıyordu. Koca cuma namazlarından ve cemaat toplantılarında çıkmaz oldu. En kısa zamanda oraya ortak ve daha sonra sahip oldu, elbette fikirtepeden taşınarak muhafazakar bir aile olarak aramıza karıştılar. Fikirtepedeki evleri kısa sürede apartman oldu ve 8-10 kiracıları var. Kadın çalışmıyor artık, arabası ne marka mı hakkaten bilmiyorum.

Daha çok yazacağım şeyler var okuyun, okutun.
Kalın sağlıcakla

Perşembe, Ekim 04, 2007

Nedir bu şımarıklık

Arkadaşlar, bilmem farkında mısınız bilmem ama tüm ramazan süresinde yoğun bir "ben oruçluyum haaa" şımarıklığı yaşanıyor. Böyle toplum baskı altında tutulmak isteniyor. Amaç ise din baronlarının ceplerini biraz daha dolduracak, onları biraz daha patron kılacak dinsel oligarşinin kurulması. Şimdi hemen bu adam dinsel olgulara fütursuzca laf ediyor diyenler olabilir. Ama öyle değil, ben her dine ve onların kişiler tarafından kendilerini geliştirmek adına uygulanmalına karşı değilim, aksine takdirle izlerim, ama bu dinsel olgular bir gösteri haline geldiğinde bunun arkasında birşeyler aramak lazım.

Malezya örneği son günlerde çok konuşulan bir gerçek, geçtiğimiz günlerde bu ülkenin, şeriat düzeni ile yönetilen bir bölgesinde (unutmayın malezyanın sadece %60'ı müslüman orada da başka üçkağıt var anlatacağım) dinsel ve hatta herşeysel lider olan bir Malay, büyük bir gazetemize verdiği demeçe şöyle diyor: " biz her dini saygı ile karşılarız, burada budistler ve müslüman olmayanlarla kardeşce yaşıyoruz, ben onların cenaze ve düğün törenlerine gidiyorum ve İslamı' anlatıyor onları da bu güzel dine çaığırıyorum". İslamın güzel bir din olduğuna hiç bir diyeceğim yok ve adamın sözleri ne kadar güzel değil mi. Bu sözler güzel değil arkadaşlar, düşünün babanız ölmüş, cenazedesiniz o arada kıyafetleri içinde bir budist geliyor size ve diğer kişilere Budizmin güzelliğinden ve meziyetlerinde bahsediyor, acaba ne hissedersiniz. Bırakın onu bu ülkede hristiyanlık misyonerliği yapanlar polis takibine uğramıyorlar mı kendilerinde gazetelerde sapkınlar olarak bahsedilmiyor mu hem de İsa peygamber ve dini Kur'an da kabul edilmişken?
Bu işler tamamen siyasi İslamın etkin kılınması ve bir İslamı alet ederek hakimiyet ve iktidar kurmaktan başka birşey değildir. Kişinin en yumuşak karnı dinî inancıdır, oradan ona istediğiniz gibi vurabilir ve teslim alabilirsiniz.

İşte Malezya'da da dini alet ederek Malay ırkı tüm ülke ve ırklar üzerinde baskınlık kurmuş ve yönetmektedir, ellerinde de olabilecek en sağlam silah "din" vardır.

Gelelim, bizdeki duruma, hiç gizlememek gerekli, bu mahalle baskısı da değil, bir sitasi eğilimin baskısıdır, benim çocukluğumda ve ilk geçliğimde de insanlar oruç tutarlardı, ama hiç böyle manzaralar görülmezdi, şimdi ne oldu ? nasıl bir kulübü tutanlar onun formasını giyerek sokakta dolaşıyor ve kendi baskılarını kurabiliyorlarsa yani, örneğin, herkesin fenerbahçe forması giyip dolaştığı bir maç günü galatasay forması ile, şükrü saracoğlu stadı cıvarına gitmiyorsunuz. Kimse size buralarda gs forması giymek yasak diyor mu, ama sıkıysa giyin, şanslıysanız bir iki sıyrıkla kurtulursunuz ( böyle düşünmeyenleri tenzih ederim, keşke daha çok olsalar da ben yalancı çıksam) durum aynı.

Sokaklarda iftar sofraları, iftar sırasında dükkan kapamalar ( bu da baskı ile oluyor, millet diğerlerinden utanıp dükkan kapıyor, kapamazsa diğer esnaf ona hoş bakmıyor çünkü), İftar sırasında başbakanlıkta iki tane koruma görevlisinin kaldığı bir memleket, yazıklar olsun.

Pek çok resmi kurumda, ramazanda mutfak tamirleri, yemek şirketleri az yemek getirmiyor yalanları, kimsenin daha şimdilik ramazanda yemek çıkartmıyoruz günah arkadaş diyesi yok, ordudan ve diğer laik güçlerden tırsmaktan.

Aslında biliyor musunuz bu tam bir çıkar faaliyeti, baksanıza tüm gazeteler dergiler, TV'ler bir ramazan çılgınlığına bürünüyor herkez şu ramazan pastasından ne pay alırız diye hırs ile koşuşturuyorlar, her bir TV kanalında sahte güler yüzlü bir takım adamlar, kendilerinin hiç uygulamadıkları, sevgiden bahsediyorlar, belediye çadırlarına, bilumum iş çevreleri yemek gönderiyor falan. Bunların hepsi yalan, benim bir arkadaşım var, kendisi bir kafenin yöneticisi, kafe ramazanda tadilatta ! değil, kadın olarak olabilecek en modern rahat kıyafetleri giyer, sigara da içer, içkisini de içer, hiç belli etmeden orucunu tutar, ya da ahmet amca, gayet normal yaşantısını sürer, her zamanki gibi çalışır, evine gelir, iftarını yapar hiç anlamazsınız ikisini de işte gerçek bu her halde bir inançlıda yukarının da isteği bu olsa gerek.

Arkadaşlar bir de bu görüşün anayasal bir görüş haline geldiği durumları düşünebiliyor musunuz, hani şimdi resmi olmadan yapılan bu işler ne hallere gelir.

Avrupa birliği mi, hadi canım, bence arap ligi.

Allah, Allah adına kendisine çıkar sağlayan cümle alemi islah etsin ,

Selamlar.