Perşembe, Ağustos 28, 2008

Tatil güzeldir 5

Ufff amma da uzattım, bugün bitireyim,

Evet arkamıza bakmadan Bodrum'dan ayrılmıştık, iki buçuk saat süren keyifli bir sürüş ile önce Seferihisar kavşağına geldik oradan, ilçeyi geçip, Teos-Sığacık kavşağından girdik, dar bir yoldan bu beldeye ulaştık, girişteki manzara şöyle idi, solun sonuna doğru ( belli ki orada deniz vardı) bir lunapark, etrafta çeşitli çay bahçeleri, içleri tıka basa dolu, her çaybahçesine bir çarşaf gerilmiş millet İzmir tabiri ile çiğdem ( ki bu ay çekirdeği oluyor) çitleyerek projeksiyondan yayınlanan maç vs. izliyor, aman yahu hani bixe anlatılan sessiz sakin balıkçı köyü, hani balığımızı alıp pişirtmek için lokantaya gidecektik.

Allah allah deyip biza tarif edilen, ufak şirin ama sade otele seğirttik, Burada bize yer de şükür ki yer de ayırtılmıştı , işaret üzerine bir yoldan sola saptık ve tepeye doğru tırmandık, bahis mevzuu otele geldiğimizde dışarıdan gördüğümüz manzara şöyleydi, otel girişinde yeşil ışıklı bir akvaryum, loş ve keyifsiz bir giriş kenarda şişeler, yukarıda oda camlarından sarkan çarşaflar, in cin top oynuyor, belliki bir manzarası var o da aşağıdaki gürültü patırtıli lunapark'a bakıyor.

Otele giden yol birkaç metre ileride, çıkmaza dönüşerek bitti. Bir an durduk, birbirimiee baktık ve burada kalmamızın imkansızlığını birbirimizin önce gözlerinden daha sonra da sözlerinden anladık, derhal geri manevra ile orayı terk ettik. Az ileriden gelemeyeceğimizi söyleyerek rezervasyonumuızu iptal ettirdik, biraz geç oldu ama neyse....

Hemen canım Sarı Köşk'te Hasan'cığımızı aradık sağolsun o kalabalkıkta bir sözümüzle yeri o saate kadar tutmuştu, hemen geliyoruz dedik.

Yarım saat sonra taşını toprağını seveyim dediğimiz Alaçatı'ya ulaştık. Hemen duş, hemen sokak, hemen Orta Kahve, Burada Ece ve erkek arkadaşına rastladık hemen keyifli bir sohbet bol dedikodu. Sonrasında tertemiz odamızda serin bir uyku.....

Ertesi gün nefis ve çok özlediğimiz kahvaltımızı yapıp doğruca Babylon'a, ne keyif, zira dünya windsurf yarışması var önce kumsala yerleşip sonra yürüyerek burundan dönüp Otto'yu geçip şampiyonanın yapıldığı bölgeye yürüdük, anlamasak ta biraz seyrettik pek güzeldi.

Burada kaldığımız perşembe-cuma Babylon'da idik, güzel bir sürprizle blog dostlarımız Tubik ve Cenk ile tanıştık, pek keyifli bir zaman geçirdik, mojitolar bize eşlik etti. Sevgili, sınıf arkadaşı Aygül ve Korkut ile karşılaştı, güzel sohbetler oldu.

Ancak cuma günü Babylon'artık çok kalabalık olmaya başlamıştı. Biz de cumartesi ve pazarı iki koy ötede, 1970'lerden kalma gibi görünen Mehmet Kuyu Plaj'ında geçirdik. Gayet güzeldi maksimum 20 şezlong, orada da bir Hasan bulduk, bize biralar, Kumrular, kahveler, kolalar getirdi. komik rakkamlar ile pek keyifli birbirine saygılı insanlar arasında bulunduk.

Bir tatsızdı, çarşamba, perşembe ve cuma günü yer olmasına rağmen cumartesi akşamı Sarı Köşk'te yer yoktu, Hasan tüm uğrasılarına rağmen cıvarda da yer bulamamıştı, bir de akşam üstleri denizden sonra bir gecelik yer aramaya başladık, fakat nereye sorsak, yüzlerinde geniş ve alaycı ifadeli otel, motel,pansiyon sahipleri yarafından "ah maalesef hiç yer yok" cümlesi ile karşılaştık, hatta bir otelde alelacele yırtılmış bir kartona "yer yok" yazmışlardı. Ne yapalım arabada uyuruz demeye hatta ah bir çadırımız olsa Sarı Köşkün bahçesine kursak ( ki her iki durumda ikimizin de hiç sevdiği haller değildir) demeye bile başladık. Bu hallerde ike Dalyan Köy yolunda bir otelde yer buılduk adını vermeyeceğim. her neyse cumartesi de burada kaldık, gece 3 te geldik ve sabah 9 da acilen terkettik. Sevgili ile bunu da gırgıra alarak keyfimizi bozmadık tabi ki

Elbette bir gece Alaçatı girişindeki Yusuf Ustada istediğimiz gibi bol bol ve bin çeşit tencere yemeğini keyifle ve çoooook makul fiatlarla yedik. Anladığım, Alaçatı içinde maddi manevi daralanların akıllıca geldikleri şahane bir yer.

Son gece de ise sevgili Kiki ve Erhan blogcu dostlarımız ile karşılaşıp, daha doğru tanışıp, keyifli bir gece daha geçirdik.

Pazar günü denizi ve güneşi dibine kadar sömürüp saaat 7 de yola çıkarak keyifle evimizew döndük. Canım sevgili ile yapılan herşey gibi bu tatil de çok keyifliydi ne mutlu...

Ve senteeeeeeezzzz

1- Türk erkeklerinin tamamına Billabong sponsor olmuş, hepsinde neredeyse bila istisna bir surf mayosu....( şükürkü bende yok ---- yalaan var ama çok nadiren giyiyorum) çoğunluğu göbekli ve poposu yere yakın olan yurdum adamları komik hallerde geziniyorlardı. Kardeşim adam gibi mayo giysenize deli misiniz ( bu duruma en çok A Ka Pe liler seviniyordum zira neredeyse haşema haline gelmiş bu mayolar...

2- Bodrum artık hayallerde kalmış bir güzellik, hiç bir zevki kalmamış, asla gidilersi değil vah vah

3- Türkbükü zaten kötüydü daha da feci olmuş.

4- gene de Türkbükü'nde Lemon Tree çok keyifli.

5- Sığacık'ı bize tavsiye edenler ya çok aşıktı yada çok sarhoş

6- Tatil için Türkiye, bence hem çok pahallı hem de çok avam, bu paraya uçak dahil nerede isterseniz aslanlar gibi keyifli tatil yaparsınız. Tadı da damağınızda kalır, çok uzağa gitmeye lüzum yok, dilim varmıyor ama Ege'nin karşı kıyısı şahane .

7- Alaçatı gene de iyidir, tavsiyelerimiz, Yaya, Sarı Köşk, Orta kahve, Nar, Kalamata, Yusuf Usta, 15 Eylül kıraathanesi, ayrıca Çeşme'de Langusta, Ilıca'da kumrucu Şevki ve daha birçok.

Alaçatı'da İstanbul'da görmediğiniz dostlarınıza rastlayabilirsiniz.

8- siz siz olun tatilinizi önceden planlayın ve asla bilmediğiniz ve hatta acaip tavsiyelerde pek şirin olarak adlandırılan yerlerde kalmayın.

9- Dönüşte muhakkak feribot biletinizi almış olun, Yalova - İzmit arası gece yarısı ve hatta sabaha karşı bile adeta cehennem.


10- Hiç sevmediğim, ve dinlemediğim, şarkıcı Serdar Ortaç, gene yapacağını yapmış, ritmi diğer şarkılarının çoğundan farklı olmaya ve başkaca sözlerini bilmediğimiz gayet kıro şarkısı "hayaaaaat beni neden yoruyosuuuuun" isimli komedyasını yurdum insanına vede hatta bize ezberletti. valla tebrik ederim bu millete bu layık.

Tüm resimler yarın

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

Tatil güzeldir 4

Kaldığımız yerden devam edelim efendim.

Kaderin ağır sillesini yemiş geçmişin cenneti, Bodrum merkezden ve o cıvarlardan, acele ile ayrılıp, Yalıkavak bölgesine doğru gittik, bakına bakına ama hiç bize hitap edecek bir yer bulamadık. Şansımızı Türkbükü, Lemon Tree motel de deneyelim diyerek devam ettik.

Sabaha karşı saat üç cıvarı, biraz da çekinerek Lemon Tree'nin dış kapısından içeri girdiğimde, İçimi huzur kapladı, geniş bir bahçe büyük bir havuz, güzel bir atmosfer, sessizlik sükunet ve huzur, o gecenin en güzel haberi oldu. Hemen yer olup olmadığını sordum, müdire Canan hanımı çağırdılar, "evet " cevabını alınca coğru arabada yarı uykulu vaziyette bekleyen gene de güler yüzlü canım sevgili'ye koştum.

Hemen inip arabayı da boşaltıp yerleştik odamıza, gayet güzel olan odamızda tütsüler, organik sabunlar, masaj yağları vs. herşey mevcuttu. Tertemiz buz gibi çarşaflara kendimizi bırakmamızla uyumamız bir oldu.

Sabah bermutad geç olmayan bir saatte uyanarak, bahçenin sepserin tamamı yemyeşil sarmaşıklarla neredeyse salon haline gelmiş olan kahvaltı bölümüne geçtik. Orada, her konu ile ilgili Mustafa, bize güzel kahvaltı hizmetlerini yaptı. Büyük bir nezaket örneği olarak kapımıza bırakılan ( bir gece önce Cumhuriyet okuduğumuızu laf arasında söylemiştik) Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini de alıp nefis bir kahvaltı yaptık. Canan hanım gecemizin nasıl geçtiğini sorduğunda geniş bir gülümseme ile memnuniyetimizi belirttik.

Daha sonda zun zamandır bu civara gelmemiş olan biz, nerede denize girelim dedik, Canan hanım, burada KUUM diye bir yer var güzel diyorlar ama isterseniz Yahşi'den girin dedi, Yahşi aklımıza yattı ne de olsa orayı ikimiz de biliyorduk.

Hazır kıt'a hemen yola düşüp Yahşi Yalı'sına geldik, sahilin tamamı plajlar ve sitelerce parsellenmiş olduğundan bir "otopark" a arabamızı bırakıp bir takım, döküntü sayılacak işletmelerin içinden geçerek sahile ulaştık. Sahil , dediğim gibi şezlonglar ve şemsiyeler ile tamamen parsellenmişti, bölüm bölüm olan şezlong öbeklerinin her birinin ayrı bir işletme olduğu anlaşılıyordu. Bir bölümün boş olduğunu görerek hemen denizin kıyısına yerleştik. Doğru denize koştuk, biraz denizde oynanan tenis ile pingpong arası raket oyununu keyifle oynadık.

Kısa bir süre içinde boş olan etrafımız çeşitli insanlar ile doldu çocuklar birbirlerine kum ve su atarak ve hatta boğmaya çalışarak canhıraş feryatlar ettiler, anne babaları birşey demedi, o arada Serdar Ortaç çalan mülteci teknesi görünümündeki bir günübirlik tur teknesi de iskeleye yanaştı, insanlar o daracık yerden kendilerini dörüm döküm suya ve sahile attılar, ortalık adeta cehenneme dönmek üzere iken; biricik sevgili günün sorusunu sordu " istersen o KUUM denen yere gidelim "...... İnanırmısınız hiç bir kelime ve hatta birbirimize göz-kaş bile etmeden daha yarım saat önce geldiğimiz bu müstesna beldeden ayrıldık. VAh vah vah diyerek.

KUUM'a geldik. Burası Türkbükü ile Gölköy'ün tam ortasındaki burunda yer alıyor. Yeni açılmış zannederim AA1 sınıfı bir müşteri zümresi var, yani bir kısım, yeni zenginler, birkısım hazmetmiş zenginler bir kısım bizim gibi bir felakete dönüşmüş bildik plaj ve beachlardan kaçanlar gelmiş. Herneyse iskelenin ucunda kurulup yatıp yuvarlanıp yiyip içip, benim eski arkadaşım Cem ve eşi Elif'e rastlayıp gülüp denize girip vakit geçirdik, memnun da kaldık. Bodrum yarımadasında gidilececk en iyi yer diyebilirim.

Akşam yemeğini Lemon Tree de havuz başında sakin ve huzurlu bir ortamda yedik gayet de güzeldi. Daha sonra, Zeynep'ler ile buluşup sahilde Fidele'e gittik biraz içip eğlendik. daha doğrusu biz kendi kendimize eğlendik, etraf gene mahşer günü gibiydi. Güzel bir geceydi. Ama görünen oydu ki Türkbükü ( ki ikimizin de ilk tercihi değildir) artık tarihin sayfalarında almıştı yerini.

Ertesi sabah böbrek taşı sancısı ile uyandım, kahvaltıdan önce her zaman olduğum iğnem için önce eczaneye gittim, "kusura bakmayın enjeksiyon yapamayız ilacı verelim gidip sağlık ocağında yaptırın" şeklindeki medeni tavrı gayet normal karşılayarak yanımda otelden Mustafa ile sağlık ocağına gittim. "Kusura bakmayın muayene etmeden iğne yapamayız" cevabını aldım . "Peki benim böbrek taşımı nasıl muayene edeceksiniz, idrar tahlili mi yapacaksınız yada röntgen veya ultrasona mı alacaksınız burada bu imkanlarınız var mı? eğer var ise bu ne kadar sürer bu ağrı pek dayanılmaz bir ağrıdır" dedim. Dostlar böbrek taşı ağrısı çok kötüdür o sırada gözünüz hiç birşey görmez, ben ise dayanıyor ve güler yüzümü bozmamaya gayret ediyordum.
"Bilemem" dedi oradaki resepsiyonist, "hemşirelere sorun", hemşireler ise " doktora sorun" dediler, "ama önce kayıt yaptırın" , "peki" deyip zar zor yürüyerek gene kayıt yerine geldim, "olmaz" dedi genç hanım "kimliğiniz lazım", "peki" dedim sabırla ama çok ızdırabım olarak. Arabaya gidip ehliyetimi aldım ve uzattım "olmaz bu" dedi gene "neden ?", " TC kimlik numnaranız burada yok", "hmmmm, ama ben tatildeyim ezbere bilmiyorum ve nüfus kağıdım yanımda değil", "kusura bakmayın birşey yapamam", "önünüzdeki bilgisayardan hemen girip bulsanız çok ağrı çekiyorum", "olmaz buradan öyle arama yapamayız"....... Bunu duyduğumda camdan içeri dalıp hışımla ehliyetimi aldım, arabaya nasıl bindim bilmiyorum, Aziz Nesin'lik bir durum yaşamıştım ama güleecek halim yoktu. Doğru Gölköy' devam ettim. Taksi durağında derdimi anlattım şurada yapıyorlar dedi, gittim, gördüm, oldum, ohhh şükür.

Dönüp kahvaltımızı yaptık ilaç tesirini göstermiş ve ağrım iyice azalmış olarak hemeeen ver elini KUUM; gene keyifli bir gün geçirdik ancak Bodrum'da bizi daha fazla tutacak şey kalmadığını gördük.

Planımızda , bize çok şirin bir balıkçı kasabası olarak anlatılan ve aklımıza yatan Sığacık'a gitmek vardı. Saat 7'ye kadar deniz keyfi yapıp Bodrum yarımadasından tabiri caiz ise arkamıza bakmadan ayrıldık. Sentez bölümünde biraz daha açıklayacağım...

( çok uğraşmama rağmen yazım bittiğinde ilgili resimleri yükleyemedim yarın bu bölümde resimleri koymayı gene deneyeceğim)

Yarın son bölüm ve sentez.

Cuma, Ağustos 22, 2008

Tatil güzeldir.3

Devam edelim,

Pazar akşamı Didoş ve Efetto istanbul' a gitmek üzere ayrıldılar, Oysa alışmıştık onlara, neyse gene gideriz birlikte tabiki.

Pazar akşamı, küçük Başak' ı da alıp gene Yaya'ya gittik keyigli bir yemek tedik, sonra Otto'da kahve içelim dedik. Akşam saatlerinde neredeyse fırtına vardı ki, bunu limana girmeye çalışıp başaramayan teknelerden de anlamak mümkündü. O gece, Otto'dan otoparka yüyrken rüzgardan zorlandık adeta tayfun gibiydi. Pazartesi günü, haydi değişiklik yapalım hem de denizini severiz diye Ilıca plajına gitmeye karar verdik. Hava hafif esintili olmasına rağmen güneş vardı. Bomboş Ilıca yollarında otoparka girdik ve yürüyerek plaja giderken yüzümüze vuran rüzgarın, deniz kıyısında fırtınaya dönüşmüş olduğunu gördük, bu durumda Ilıca plajı haya olduğundan, gene kadim dost Babylon'a gittik.

Belirgin olmayan planımıza göre pazartesi günü Bodrum'a gtmek vardı ama mesafe yakın olduğu için, saat 19:00 gibi Babylon'dan çıktık. Bodrum'da klacağımız yer belli değildi ama nedense aklımızda bir Bitez ismi vardı.

3 Saatlik eyifli bir sürüşle Bodrum'a vasıl olduk doğruca Bitez' gittik. şöyle bir bakınalım deken Sevgili'nin üniversite can arkadaşı Zeynep'e rastladık. Ayaküstü sohbet ve yarın görüşelim faslından sonra, Bitez'den pek keyif almadığımızı düşüneren Bodrum merkeze gidelim, orada arkadaşımız Zafer bize bire yer bulur dedik...

Bodrum merkeze doğru giderken kıyamet kopmaya başladı, inanılmaz bir kalabalık her yerden adeta fışkırıyordu. Zar zor Halikarnasın aşağısındaki okulun otopart olmuş bahçesine arabayı koyduk, Otopark görevlisi o kadar ciddi ve efendiydi ki onun bu olkulun müdürü bile olabileceğini düşündük.

Mahşeri kalabalığı hayretler içinde süzerek meşhur caddeye gitmeye çalıştık, etrafta tonlarca jöleli saçları ile göğsüne kadar açık yakalı adamlar, neredeyse çıplak kadınlar, herkes sarhoş, kesif bir ter kokusu ve her yerden akan döner yağları ile sahne adeta bir korku filmi gibiydi. Göz gözü görmeyen, en ufak nezaketini dahi yitirmiş insan kalabalığı, kurtulmak mümkün değil..... Aman tanrım..... Bodrum..... sana ne oldu..... kötü bir "kötü" şehir kopyası olmuşsun.... hiç bir özelliğin ve güzelliğin kalmamış..... bitmişsin, kaliten ise nakıs olmuş yazık sana çok yazık. Sen gördüğümde hissettiğim, çok yakın bir arkadaşımın ölmüne duyacağım bir duygu oldu. vah vah ne yazık.... Bodrum'a ait düşüncelerimi ayrıca anlatacağım.

Neyse bu duyguşar içinde Hadigari'nin girişinde gümüş satmakta olan sevgili Zafer' bulduk, biraz hoşbeşten sonra nerede kalalım dedik, bize o cıvarda bir yer önerdi aman dedik, sağol biz kaçalım... ve gerçekten de kaçtık, Bodrum'dan kaçtık....

Mereye diyeceksiniz, hasbel kader o gün sabah Cumhuriyet Gazetesinde, Türkbükü'nde bir feng shui oteli okumuştum adı Lemon Tree, resmi de vardı ve acaba burada mı kalsak demiştik, sonra amaaan Türkbükü'nde kalınır mı ? deyip vazgeçmiştik tam gaz oraya yöneldik buarada saat te epey geç olmuştu.....

Bu kısımda resim yok, arkası yarın

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

Tatil güzeldir 2 buçuk


Dün yazdığım konu ile ilgili resimleri koyamamıştım şimdi dünkü konuya ait birkaç resim, sehayatin devamına ait yazılar yarın ve öbürgün.
Tatilin vazgeçilmezi Croxlarrr

Sevgili Sarı Köşte odamızın verandasında dinlenmede

Bizi oradan oraya taşıyan cefakar tombiş Hondiş, Sevgili ve Sarı Köşk


Alaçatı plaj yolları taştan







Kimi o sırada yapılacak dünya şampiyonasına çalışıyor, Kimi keyif yapıyor kimi yeni öğreniyor, biz sadece seyrediyoruz.





Babylon'u pek severiz biz




ohhh denizzzz, bu karede arkada efetto wakeboard'a hazırlanıyor biz gene dalgamızı geçiyoruz :)

Efetto wakeboard da uçuşurken

Şahidim Didoş sızmış :)




yazısız !







Salı, Ağustos 19, 2008

Tatil güzeldir 2

Eveeet bugün ve birkaç gün size tatilden bahsedeyim aslında resimleri de koyacaktım ama makinamım şarjı bitmiş yarın onlardan da koyarım.

Efendim, tatilin ilk bölümü şöyleydi.

Biricik Sevgili, Şahidim Didoş ve bendeniz, üç ahbap çavuş olarak, saat 15:00 gibi Yalova'dan yola başladık, keyifli bir sürüş ile 20:30 da bizim tatilimizin ilk durağı olan Alaçatı'ya vardık, daha önce de kaldığımız bize çok keyif veren Sarı Köşk' e giriş yaptık.

Sarı Köşk, üzerinde ismi yazılı olmayan genellikle de müdavimlerin kaldığı bir aile işletmesi. Bulgaristan göçmeni olan aile bizleri her zaman olduğu gibi sakız gibi tertemiz, çarşafları, havluları, bakımlı ama iddiasız klimalı odaları ve mükemmel ev sahipliği ile karşıladı.
Otel konukları ile doğrudan ilgilenen sevgili Hasan bizlere her zamanki geniş gülen yüzü ile hemen odalarımızı gösterdi, yeni evlenmiş olduğu eşi de takınım diğer üyeleri gibi orayı benimsemiş ve sanki kırk yıldır oradaymişçasına sıcak ve ilgili idi.

Sevgili Efetto, Çeşme'ye bizden önce gelmiş kendini Otto'ya atmış ve deniz keyfini yapmış olarak bizimle aynı saatlerde minik otelimize geldi. Ben doğruca arka bahçedeki havuza giderek yol yorgunluğunu hemen üzerimden attım.

Tabii ki hemen toparlanıp keyifli bir dörtlü olarak kendimizi sokağa attık, Sarı Köşk, Alaçatı hengamesinden hem uzak hem de çok yakın, yürüyerek 5 dakikada kendinizi kalabalığın içinde buluyorsunuz.

İlk gece doğruca YAYA'ya gittik, işletmesini dostlarımız Ayşegül ve Sermet'in yaptığı Yaya, geçen seneden daha da iyi bir işletme olmuş artık rüştünü tam olarak ispat etmiş. Efetto'nun " yahu sanki Şamdan ahalisini buraya koyuvermişler" dediği gibi düzgün bir müşteri topluluğu var, elbette rezervasyon yapılması şart, bar hemen girişte ve gayet iyi çalışıyor, barmaid gerek tavrı ve gerek hazırladığı içkiler bakımından mükemmel, yemek ise daha aşağıya doğru uzunca bir dikdörtgen olan bahçede. Biz şanslı olarak, sahiplerini tanımamızdan istifade etmeden arkalarda da olsa bir masa bulduk yerleştik.

Şarap ve yemeklerimizi sipariş ettik, servis idare eder, belki biraz daha iyi olabilir. Yemekleri gayet lezzetli, aynı dükkan sahiplerinin istanbul'da işlettikleri ve müdavimi olduğumuz Caddebostan barlar sokağındaki Evce'de ( yanlız burada yiyebilirsiniz isim hakları da onlara aittir) Tutmaç, ta İstanbul'dan buraya getiriliyor şanslı iseniz ve kaldı ise yiyebiliyorsunuz ( ben Caddebostan'da sevgili Didem'in güzel sunuşu ile yenen tutmaçları tercih ederim hem burada sebzelisi de var). Ben özellikle asma yaprağına sarılı ızgara edilmiş peynire bayıldım, ama diğerleri de gayet güzeldi...

Bar kısmında güzel müzik çalışnıyor, DJ ve seçimler iyi, yemekten sonra bar bölümünden doğru sokağa çıkışınız, burada bulunan ayaküstü kalabalığı nedeni ile biraz zor ama gene de bence Alaçatı'nın köy içindeki en iyisi. Burada liseden sınıf arkadaşım Serdar'ın da Yaya'nın ortağı olduğunu gördüm selamlaştık.

Daha sonra ver elini NAR, müzik güzel ve ortan iyi, idi burada da bir miktar kaldık Didoş'un kendini iyi hissetmemesi nedeni ile ilerleyen saatlerde otelimize geri döndük. Bizim oda bahçeye bakan bir verandata sahip olduğundan ben hemen sevgili ve kendime Jack Daniels'i koyup laptoptan da güzel bir lounge müziği yaparak geceyi biraz daha uzattım.

Ertesi sabah, Sarı Köşk'ün mükellef kahvaltısı bizi beklemekteydi, Kremler mi istersiniz, sigara börekleri mi, pişiler mi, her türlü peynir, çeşit çeşit omlet, daha neler neler hepsi ev yapımı ve taptaze sıcacık ve de elbette Hasan'ın güler yüzü. Muftakta annesi ve kardeşi bıkıp usanmadan masaları donatıp duruyorlar.

Daha sonra sevgili ile doğruca Alaçatı plajında Babylon' a gittik biz Babylon'u İstanbul'da da Alaçatıda'da severiz. kalabalıkta olsa yerimizi bulup dev yastıklara kendimizi attık, sonra dooooğruca deniz, koka kola reklamındaki gibi "bırrrrrrrr" ama keyifli tertemiz. Yanlız biraz kalabalık. Daha sonra ekibimiz Didoş ve Efetto'nun da katılımı ile tamamlandı, Efetto her zamanki gibi bol bol Wakeboard yaptı bize de seyretmek düştü....

Akşam için Efetto'nun önerisi ile LANGUSTA'ya gittik, bu salaş lokantada muhteşem pişmiş deniz mahsülleri, zeytinyağlı mezeler ve böcek yedik, kahveleri ikram edilen sakız likörü ile içtik. Langusta, tam eski usul ege lokantası, herşeyi mutfaktan kendiniz seçiyorsunuz, biraz da ağırdan alarak getiriyorlar, dükkan sahibi herşeyi takip ediyor ve geç saatte döndük.

Daha sonraki iki günümüz de bu minval üzerine keyifle sürdü, pazar akşamı Efetto ve Didoş İstanbul' a geri döndüler.

Devamı yarın....

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

Tatil güzeldir


Sevgili ile, 10 gün süren ama bize nedense ( keyifle ) bir ay gibi gelen bir tatil yaptık, serseri serseri dolaştık, epeyce şeyler gördük, kah güldük, kah acaip karşıladığımız şeyler gördük, pek çok dostla karşılaştık, güzel günler geçirdik.


Siyasi yazılarımdan sıkılanlar hazır olur bir kaç gün size Çeşme'li, Alaçatı'lı, Ilıca'lı, Türkbük'lü, Bodrum'lu, Sığacıklı yazılar yazacağım... Epey eğleneceksiniz.

Cuma, Ağustos 08, 2008

LOZAN ANTLAŞMASI

Geçtiğimiz hafta sessiz sedasız, Lozan Antlaşması'nın yıldönümünü yaşadık, ben devlet büyüklerimizden nedense bu konuda hiç bir söz işitmedim, Belki de söylemişlerdir de kaçırmışımdır. Öyle ya şu anda bizi kucağa oturtmak için mücadele veren pek çok ülkenin, egemenliğimizi kabul ettiği bir antlaşmayı, kutlar vaziyette konuşmalar yapma, şimdi bize dost görünen bu ülkelere ayıp olurdu herhalde. Özellikle Dışişleri Bakanında bu gibi laflar beklemek zaten hayal, mesela emekli devlet memurlarına alınacak arabalar konusunda beyanatlar veren Reisicumhur acaba bu innemli gün için nme dedi. Başbakan RTE zaten meşgul olduğunda tenezzül bile etmemiştir herhalde. Medyamız çok yoğun olarak Serdar Ortaç ve bikinili Nükhet Duru haberleri ile iştigal ettiğinden zannederim bu günü atlamıştır. Atlamayanlar var ise, beni affetsinler, alınlarından öperim

Oysa ki birinci dünya savaşı emperyalizmine karşı duran başkenti Ankara olan Anadolu hükümetinin, dünya önünde verdiği satranç oyunu vari bir sınavdı. Bu günkü sınırlarımız ona göre çizildi, o haysiyetsiz Sevr antlaşmasının yırtılıp atıldığı, hür ve bağımsız bir ülke oluşumuzun teminat altına alındığı bir mütareke idi. Ayrıca ekonomik bağımsızlığımızı da elde etmiş,bizi adice kapütülasyonlarda. Padişahları, Galata tefecilerinden borç alan, Hasta adam Osmanlı devletinin hayasızca kabul etmiş olduğu ekonomik rehinlerden de kurtulduk. Daha sonra bu millet Osmanlının borçlarını da tıkır tıkır ödedi.

Benim yaşımda olanlar ve belki de bende 8-10 yaş küçük olanlar dahi, bu antlaşmaları okullarımızda okuduk, öğrendik, şimdi bunları bilen bir okul öğrencisi çok az. büyük dönüşüm çerçevesinde bunlar da her halde ufak tefek teferruatlar olara düşünülüp hepten unutturulacaktır.

Biz sağ olduğumuz müddetçe unutmayacak ve hep hatırlatacağız.

Şimdi bir hafta tatil,

Sevgiler

Perşembe, Ağustos 07, 2008

ağır ağır değişim.

Hani AKP ders almıştı hani herkesi kucaklayacaktı, aman beni kucaklamasın, istemiyorum o kucağı, bu kucaklamak değil olsa olsa kucağa almak. Kucağa oturdunmu geçmiş olsun.
Üstelik te kendi düşünce sistemini toplumun tamamına, mecburi kabul ettirmek bu hangi siyasi sistemin adı ise siz onu koyun...

Bakınız neler oluyor,

Önce yakın çevreden,

Akp'li büyükşehir belediyesi, artık, Kadıköyde'de varlığını iyice göstererek, devraldığı, Moda İskelesi'ndeki restoran'da içki yasağını koydu bile, düşünün istanbul un en güzel güneş batan keyif mekanında bir kadeh şarap içmeniz yasak. Alkol elbette ki zararlı birşey ama makul miktarda alınan alkol ile günün yorgunluğunu atıp keyif yapmak, bir yaşam tarzı.
Kardeşim, alkolü satarsın isteyen içer isteyen içmez sen hangi yetki ve güç ile benim alkol alma hürriyetimi nasıl kısıtlarsın. Üstelik bu laik ülkede.


Bakın beğenmediğimiz Yunanistan laik bir ülke değil yunanistan anayasasının 3. sayfasında yunan kilisesi yer alıyor. Bu durumdaki bir ülkede, her kafede, hatta büfede bile alkol satılıyor, ne yerlerde sürünen bir sarhoş gördüm ne de bunlar kaldırılsın diyen kiliseyi.

Bunlar kendi dünya görüşlerini hepimize dikte ettiriyorlar, dikte zamanla dikta olur...iste çaktırmadan değişim daha nasıl olabilir ki.

Biraz da Ankara'dan

Akp mebusu Edibe Sözen, Alman yasalarından bir tasa teklifi apartmış, tercüme ettirmiş çalışıyormuş üzerinde, Gençliği Koruma Yasası, zaten adı böyle bir yasa oldumu korkacaksın arkadaş. Neymiş gençleri korumak için her okula bir ibadethane yapılmalıymış, falan filan, ne diyeyim yahu ancak gülebiliyorum, yani bizim karşımızdaki ilkokulun bir köşesinde bir cami, bir kilise, bir havra yapılacak, e bir de çocuğun biri çıkıp ben budistim derse bir pagoda, ben hinduyuım derse şiva lingamlı bir tapınak, okulda imamlari, hahamlar, papazlar, swamiler gezinecek, böylece çocuklar korunacak. Hadi ordan be , herhalde akıldan zorluk var. Böylece okullara din olguzu bulaştırılacak, önce gayet masumca bir kısım dindar talebe ibadete başlayacak, daha sonra diğerleri teşvik edilecek, bir adım sonrasında gelmeyenler aşağılanacak ve en sonunda ise, gelmeyenler dövülerek zorla ibadete getirilecek.............
Aynı yasaya göre porno yayın alanlar da alışveriş yaptıkları yere TC kimlik nolarını verip imza atacaklarmış, olsa olsa salak olmak lazım bu yasa için. Zira her türlü porno yasadışı yöntemlerle satılacak. Hangi salak gidip tc kimlik nosu ile porno alır be yani gülmek bile yetersiz.

Cumhurbaşkanı çok hoş bir adım ile kendi dünya görüşünden olanları rektör olarak atamış, a a a ne var bunda canım, hayır hayır Üniversiteleri kontrol altına almak ile hiç bir ilgisi yok, olsa olsa salaklar böyle düşünebilir.

Cumhurbaşkanı, emelki olan genelkurmay başkanına, alınan araba için laf söyleyenlere kızmış ve beyanat vermiş, zaten gayet normaldir cumhurbaşkanları, emekli olan devlet memurlarına alınacak zırhlı arabalara dair beyanatlar verirler. Ne var canım bunda.

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Ziyaret

İran İslam Cumhuriyeti'nin ( yani orası da cumhuriyet ve bi bakıma da demoktatik ama düşünün din polisi var ) Devlet Başkanı yurdumuzu şereflendirecekmiş. Buyursun, İran ile yüzyıllardır şavaşmamış olan Türkiye elbette bir komşusunun devlet başkanı tarafından ziyaret edilir.

Bu kılık kıyafetini pek hırpani buluduğum zat, ziyaretini resmi ziyaret yapmıyor, öyle olsa Türkiye Cumhuriyet'inin kurucusu, büyük Atatürk'ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir'ini ziyaret etmek zorunda kalacak. Malum bu mollalar, Atatürk'ten çok korkarlar, gidemiyorlar ölüsünün yanına bile, yüce varlığın. Türkiye Cumhuriyeti de bunu bir şekil idare ediyor, ama adam daha da abartarak başkentimiz olan Ankara'ya değil de İstanbul'a geliyor, bu acem katakullisini, bizim Reisicumhur da kabullenmiş, zatı şahaneyi karşılayıp bağrına basmak için İstanbul'a geliyor. Yani tüm geleneksel protokol kurallarımıza rağmen. Protokol biraz can sıkıcıdır ama memleketlerin temelidir.

Aklıma şu geliyor, mesela, Reisicumhur'umuz Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyarete gidiyor ve diyor ki :

Anlamam ben Washington'a değil New York'a gideceğim Prezidan Buş'ta oraya gelip beni karşılasın.

Herhalde yanlızca 3 yüzyıllık bir devlet geleneğine sahip olan ABD' kendisine

Buyurun, siz NY'de alışveriş yapıp altı kırmızı ayakkabılar falan alın sonra da gidersiniz diyecektir.

Devletler ağırlıkları olan devlet adamları ile büyük devlet olurlar, bu tavıra ancak kahrolarak gülüyorum.

Dışişleri bakanının Anıtkabir ziyareti için "UFAK BİR AYRINTI " deme gafletinde bulunmuş. buna ancak "Ç" ile başlayan bir laf söylenebilir. Bu baş müzakereci, bakan Türkiye Cumhuriyet'ini her fırsatta Avrupa Birliği'ne şikayet eder, beyim burası Türkiye artık bu sözünüz ayıptan da öte oluyor. Buyrun derhal istifa edin.

Ama Reisicumhurun eşi de avrupa mahkemesine vermemiş miydi TC'ini.

Acaba bir memleketin en hassas noktasında mütabık olmayan bir başka memleket başı ile ne derecede ahbaplık olur düşünün.