Cuma, Haziran 26, 2009

Güle güle Mickey/ Bye Bye Jacko/Michael Jackson 1958-2009 RIP


Pek tarzım olmamasına rağmen pek çok dinlerdim müziklerini, severdim de, Liberian girl gibi bazılarını gayet beğenirdim pek çoğuna garip gelen Michael Jackson'u...

1992 yılının ekim ayının biri idi o sıralarda adeta sürgün gibi yaşamakta olduğum Bükreş'te konserine gitmiştim. Aman tanrım ne muazzam birşeydi, herkes çıldırmış, dev gibi komünist zaman mimarisi büyük stadyum taşmıştı.

Hiç unutmam, sponsor Pepsi olduğundan içeri girerken aranıyordunuz, üzerinizde kırmızı tişört bile olamıyordu CocaCola'yı anımsattığı için. Yollar tamamen kapanmıştı oysa Coca Cola'cılar stada giden yollara tırlar koymuşlar bedava kutu cocacola dağıtıyorlardı.

Yeni devrim yapmış bir ülkede durum daha da devleşiyordu. Konser başlamadan önce stadda Beatles şarkıları çaldırmıştı, özellikle ve sık sık "here comes the sun"..

Hiç bir giriş yeri olmayan sahnenin ortasına anlaşılmaz şekilde ( bir büyücü edasıyla) belirivermişti...Hepimiz ezbere bildiğimiz şarkıları birlikte söylüyorduk. Meşhur "moonwalk"unu yapmıştı bol bol, Thriller'deki yere paralel eğilme sahnesinide..Konser sonunda MJ ( tabi bir trik ile dublörü) sırtına takılan bir jet motoru ile sahneyi terketmişti... Seyirci çıldırmıştı... bir muhteşem konserdi denir ki "the dangerous tour"un en güzel konseriymiş... Uzun zaman aklımdan çıkmamıştı. Muhteşem bir sahne performansı ve çılgın bir konser olmuştu. Herhalde yaşamda bir olur demiştim, ( oysa tam 11 ay sonra İstanbul'da da konserine gittim)... yani bir sene dolmadan iki Jacko konseri. O tarihler için muazzamdı....

O sirada siyah beyaz "dangerous" albümü revaçtaydı, siyah beyaz kedimin ismi de Mickey'di....

Bildiğim kadar benden 1 yaş küçüktü ama bedeni ile çılgınca oynamış, siyahken beyaz olmuş, burnu artık yerinde durmaz olmuş bilumum acaiplikleri de vardı. Gene de bunlar beni ilgilendirmez sevdiğim birkaç şarkısını keyifle dinlerdim.

Duydum ki cilt kanseri olmuştu ama gene iyileşecek temmuzda tura çıkacaktı, İngiltere'deki konserin biletleri kapalı gişeydi, oyle böyle ne denirse densin o bir kraldı, benim için ise, artık çok ilgilenmesem de bir eski dosttu...

Bu sabah duydum ki gitmiş....

Güle güle eski dost yolun açık olsun... temmuzda burada değil başka yerde ayağa kalktın... artık "moonwalk" u oralarda daha rahat yapasın... güle güle... 

Perşembe, Haziran 25, 2009

Metobüs meselesi....

Metrobüs Söğütlüçeşme den binerim, bu defa da aynı şekilde binmek üzere geldiğimde şu yeni uzun araçlardan birine ilk defa( Phileas) rast geldim, bu araçlarla ilgili olumsuz haberler okumuştum.

Herneyse bindim, şahane bir araç, içerde bilmediğim bir dilde aracın duracağına dair yanıp sönen gösterge var, olsun değişir, ya da hepimiz bu lisanı da öğreniriz :)  dedim.  

Oturdum, zil çaldı araç tam zamanında kalktı, gayet hızlı ve atik olarak yola koyuldu ve ilk durağa geldi, biraz daha yolcu aldı, ama tam dolmamıştı gene de. İşte ondan sonra anladım durumun ne olduğunu, şu meşhur E-5 in üzerinden geçen köprüden, yukarıya Altunizade kavşağına çıkan yokuşta bizim araç adeta durma noktasına geldi . Hani Bursa ile Mudanya arasında bir tren hattı varmış tren öyle yavaş gidermiş ki yolcular iner, meyva toplar, hatta hacet giderir gene binerlermiş yürüyen trene, durum aynı böyle. Hani in otobüsten it bari yürüsün....  Bu arada arkamızdan kalkan iki otobus bize yetişti. bu defa biz önde kaldığımızdan onlar geride kaldı ve uzunca bir otobüs kuyruğu oluştu.

Köprüden sonra Levent kavşağı çıkışında gene bir kağnı arabasına dönüşen aracımızdan ben Halıcıoğlu durağında ilndiğimde arkamız diğer araçlarla dolmuştu bile

Bu otobüslerin inanılmaz birim rakamlarını da duyunca, gene tepemin tası attı.

Neyse bir bildiği vardır Büyükşehir Belediyesinin, nasıl olsa paraları çok. 

Salı, Haziran 23, 2009

Babalar günü


Ohh...

Ne güzel canım iki kızım da bizimle Ada'daydı geçen pazar.

İkisi de süslenip püslenip gelmişlerdi, Alaç zaten bizimleydi ama Ayşe'de katıldı ona , babalar gününde. 

Defalarca sımsıkı sarıldım öpüp kokladım onları, gözlerim yaşardı elbette.

Ne kadar büyüdüler dedim içimden; eee yaşlanıyorum galiba da dedim tabii, ama çok  çok mutlu oldum.

Umarım sağlıkla daha nice mutlu yıllar kucaklarım onları...

Canım sevgili de keyifle ve gururla izledi bizi....

Cuma, Haziran 19, 2009

Ne demek "teğet geçti"ya da "sürtündü" hiç yok ki


 Hani şu herkesin diline pelesenk olan Başbakan Bay Recep T. Erdoğan'ın ( van minüt değil) "teğet geçti" yada daha sonraki söylemi ile "sürtündü" diye bahsettiği kriz var ya. 

Gözümüz aydın olsun ben krizde etkilenmeyen bir sektör buldum dostlar,  adada oturduğumuzdan karşıda İstanbul'un büyük bir bölümünü görüyoruz geceleri.

Bakıyorum ki, her gece Dersaadet'in her tarafından saadet havai fişekleri atılıyor. İnanın sayamıyorum kaç yerden atıldığını.

Binaenaleyh derim ki, bu kriz mriz lafları yalan bir kere büyüklerimizin gayet iyi tesbit bulunduğu veçhile millette para var ( ki bu milyarlarca liralık harcamayı yapabiliyorlar). Öte yandan krizde işi bozulanlara acizane tavsiyem havai fişek imalatçısı ya da ithalatçısı olunuz, bu sektörde kriz falan yok. Hayırlı işler bol kazançlar dilerim, bana da dua edersiniz.

Perşembe, Haziran 18, 2009

Vee Ayşeeee


Telefonum çaldı............, O sırada Alara'yı adaya göndermek üzere vapura bindirme telaşındaydım .Baktım Ayşe, konuştuk hoş beş ettik ama fazla uzatamadık zira koşuşturuyordum.

Daha sonra ben aradım kendisini, kızım kusura bakma az konuşabildim diye, sohbetimizde devam ettik.

Aradan 15-20 dk geçti telefonum gene çaldı baktım gene Ayşe, "hayrolsun" dedim,

"Baba'cığım" dedi, "tezimden (A) almışım" 

İşte bu büyük kızımızın, üniversiteyi bitirdiğini müjdeleyen muhteşem bir haberdi.....

Zaman nasılda geçmiş, yıllar yılları kovalamış, üniversite de bitmiş. Canım kız, aferin sana, helal olsun, bir yandan, benim de gönülden desteklediğim müzik hayatına devam ederken bir yandan da okulu bitirdin. Umarım hayatta herşey istediğin gibi olur, merak etme hep arkanda oluruz.

İftahar ettim, çok çok sevindim bir baba için en muhteşem anlardan biridir bu tüm anne babalara da nasip olmasını dilerim.

Şimdi mezuniyet töreni var, mezuniyet resimlerini koyarım yakında...

eee, Alara,Kerem ve Ayşe bizim çocuklar şahane... Yolları açık olsun.

Çarşamba, Haziran 17, 2009

0...

Derin gecenin karanlığında güneşin habercisi hafif ışıktır O,

En derin umutsuzluklarda aniden parlayıveren umut,

Çölde bulut, tufanda açıveren güneştir,

Fırtınalı okyanusta sakin ve emin bir limandır,

Karanın, grinin ortasında, eflatundur,turuncu, kırmızı,

En huysuz yanlızlığında, başını okşayan eldir,

Konmuş noktada, yepyeni bir satırbaşıdır.

Üzüntünde senden üzgün, sevincinde en az senin kadar sevinen.

Hastalıkta, umutlu nekahattir.

Keyifte dipsiz kuyu.

Dupdurgun amansız sıcakta esiveren meltem yeli,

Gözde ışık,

Kulakta ses,

Ciğerde nefes,

Heyecanlandıran kalp çarpıntısı,

Sükunettir, huzur.

Budur işte gerisi boş diyebilmektir.

" Çok şükür bu günleride gördüm" diyebilmektir.

Emanettir, emanet alandır.

Sağlamca elinden tutandır ve şefkatle elini tutturan.

Ruhtur, kalptir, mertliktir, güvendir, güçtür...

Hissettirendir, hisseden.

Aşktır...

Sözler muhakkak eksik kalmışıtır şüphesiz....

"Sevgilidir" O...

Salı, Haziran 16, 2009

Bizim Ada'dan akşamüstü manzaraları

Ada'mızda, bu cennette...

Akşamüstleri bazen yürüyüşe çıkarız, muhteşemdir manzara, inanası gelmez insanın

Size birkaç resim... 

Evden çıkılmış ve de yürüyüşe başlanmış, görüldüğü üzere şehirdeki sıcağa inat püfür püfür esen havada, sevgili üzerine birşeyler giymiş bile

Hemen arkamızdaki ormanın güzelim çamlarına aralardan süzülen güneş ışıkları nasıl da güzel vurur.

İşte bu ışıkları gönderen güneşin durumu o sırada şöyledir, aradan da kaşık adası ve de Kınalı'nın madencilik yapılarak delik deşik edilmiş doğu burnu görünür

Adanın güneyi, Türkiye'nin güneyi gibidir adeta, şahane bir çam limanımız vardır. Hepsi Amerikan bayraklı, Türk milleti tekneleri buraya demirler, zira en ucuzu 1 milyon Amerikan Doları olan teknelerin vergisi çok yüksektir diye ödeyemez "tekneciklerin" sahipleri, Türk bandıralı olamaz tekneler.  Amaaan neyse canım, liboşları kızdırmayalım kıyı şahanedir, deniz mis gibidir. Marmara'dır tuzu ayarlı, ısısı uyarlıdır ( güneş nerede demeyin resimler güneş battıktan sonra çekilmiştir

Biraz guneydoğuda Büyükada'nın arkasında  pek çok İstanbul yaşayanının adından bile haberdar olmadığı Neandros Ada'sı yapayalnız yaşamına devam eder, henüz yandaş müteahhitlere nasibimüesser olmamıştır şükür (yahu sus be gereksiz adam, sana ne siyasetten falan)....

Orman yolunuda ışıklar yanar artık akşam olmuştur ( ihtiyarın eli titrer resim flu çıkar :) )

Güzel bayrağımızın dalgalandığı tepeye çıkılır ve yuıkarı mahallenin mütevazı evlerinin yanından aşağıya bakılır.

Ertesi gün yine, yeniden bu defa balkondan güneş batışı resmi çekilir.

Pazartesi, Haziran 15, 2009

Bir Büyük Tiyatrocu

Kimbilir ne kadar çok tiyatrocu, unutulmuştur, belki muhteşemdirler, belki yerleri doldurulamazdırlar, akıllardan çıkmayacak performanslar sergilemişlerdir. Ama gün gelir unutulurlar. 

Nedendir bilinmez kaç gündür aklımda rahmetli Nisa Serezli var. Büyük bir tiyatro sanatçısı idi, hafif boğuk sesi, (s) harflerini söylerken çıkan hoş ses hala kulaklarımda. Sahneyi dolduruşu, o hafif buruk gülümsemesi ne kadar da güzeldi. Gerçekten de büyük bir oyuncuydu, ben onu bilinçli bir seyirci olarak yakalama şansına eriştiğimde orta yaşlarında idi. Birkaç oyununu da büyük keyifle seyretmiştim. Ama "Tatlı kaçık"a iki kere gitmiş bir kere de TRT'nin siyah beyaz ekranından isleme fırsatım olmuştu.

Ne yazık ki bu büyük oyuncuyu bir nesil hiç tanımıyor. Özellike elerindeki arşivlerde (sinema filmi değil) Tiyatro oyunu ile siyah - beyaz da olsa çekimleri bulunanlar yayınlasalar da bir kere daha temaşa etme keyfine erişsek. Bu bakımdan özellikle dökümanter programlar yapan TV'lerden ( mesela İZ gibi ) özellikle rica ediyorum...

Unutamadığım "tatlı kaçık" oyununda daha önce kimbilir kaç kere kullanarak, ipe asarak kuruttuğu çay poşetlerini büyük bir itina ile tekrar sıcak su dolu fincana koyarak misafirlerine ikram ettiği sahnedir. Ne büyük ironi, ne muhteşem bir rol kabiliyetidir....

Nedendir bilinmez, kaç gündür aklımda olan ve çok beğendiğim bu sanatçıyı, bu gün anmak geldi içimden, yolu ışık olsun, alkışları hep yanında olsun...

1974 yılında liselerarası tiyatro yarışmasında, Mahkeme-i şeriye naibi Asım bey rolünü oynadığım ( rolüme de bak tam bir yobazdım :) ) Haldun Taner'in, muhteşem "Sersem kocanın kurnaz karısı" oyununda ki son tiradı kendisine armağan ediyorum ( Bu tiradı mükemmel ermeni aksanı ile Tomas Fasulyeciyan rolünde muhteşem canlandıran Münir Özkul üstadı unutmak ve bir kere daha alkışlamamak çok ayıp olur).

.................

“zaten aktör dediğin nedir ki?
oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.

Bir zaman sonra da unutulur gider. olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.

Görorum ki hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz.

birazdan teatro bomboş kalacak.

Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. çünkü satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. işte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.

Artık kendimiz yoğuz. seyircilerimiz de kalmadı. ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar.

Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.

Ve perde…”

Cuma, Haziran 12, 2009

Küçük Alaç'ın mezuniyeti


Canım Alara, ilköğretim'den mezun oldu.

Nev'i şahsına münhasır kişiliği ile canımız kız artık genç kızlığa adımını atıyor. Aslında hiç belli etmedi ama heyecanlıydı elbette, öyle ya, evinin hemen karşısında ana okulu dahil 9 yıldır gittiği okulu bitti. Makyajını kendi yapmıştı dün, saçları yapılmış, kendi seçtiği elbisesinin altına gene kendi isteği doğrultusunda vans ayakkabılarını giymişti.

Mezuniyet partisinde tüm arkadaşları ile neş'e içinde coştular, bizimki "kolbastılara" pek katılmadı ama çok mutluydu.

Sevgili ve ben de giyinip kuşandık, kadehlerimizi şereflerine kaldırdık. Pırıl pırıl mezunları alkışladık.

Acaba, en keyifli dönemin bittiğini bundan sonra daha zor, sonra daha da zor ve sonra da en zor şartlara yelken açtıklarının farkındalar mı ? . Dün bence tek bildikleri birşey bitirdikleri idi, hepimizde olduğu gibi...Ama yaşam bu, hepsi yapılacak, yeter ki sonra yaş kemale erip arkaya bakıldığında, "eh utanılacak birşey yapmamışım, yaşamı iyi yaşayıp, iyi yaşatmışım, en önemlisi kendime güvenmiş, adımlarımı sağlam atmışım, kendimce başarılı olmuşum"  denebilsin.

Ben Atatürk, ilkelerini içine sindirmiş, iki dünya insanı yaratmak istedim, modern, ezik olmayan, girdikleri ortamlarda başları dik, fikirleri hür olmalarını her zaman hatırlatırım. İkinci sınıf vatandaş olmayı asla kabul etmemelerini, bilimi her şeye üstün tutmalarını, inançlarının hür ve kendi içlerinde saklı bulunmasını öğretmeye çalıştım. İnsan olmalarını, fert olabilmelerini, sıradan, sürüden değil, şunun kızın, şunun torunu vesaire değil adları ile anılan insan olmalarını isterim. Umarım öyle de olurlar. Yolları açık olsun. Korkmasınlar. Sağlam adımlarla yürüsünlen.

Hep  bedende ve fikirde sağlıklı, mutlu ve başarılı, sevgi dolu olsunlar....

Pazartesi, Haziran 08, 2009

Bir kere daha Türkçe meselesi

Dostlar hepinize selamlar.

Öncelikle bir şeyi hatırlatmak isterim. Yazdıklarımı pek çok kişi okuyor. Şurası muhakkak ki, ben burada kendi fikirlerimi beyan ediyor ve bunları paylaşıyorum. Tüm okuyanların bu fikirler ile mütabık olması beklenemez. Çok okunmasına rağmen gerekli görenler yorum bırakıyorlar. Bu yorumları ben de keyifle okuyorum, adını belirtmeden yorum bırakanlar ile benim blogumdan diğer bloglara mesaj iletenlerin yorumlarını buraya koymuyorum. Benim adım sanım belli, karşımdakini de gerçek adı ile görmek hakkımdır. Zaten imzasız mektupları da çok etik bulmam.

Neticede bunlar fikirdir, beğenir veya beğenmeyiz. Fikirlerimizle birbirimizi ikna edebilir yada edemeyiz, en kötü şartla fikirde anlaşamasak bile bir çay içer el sıkışır geçer gideriz. Yani her iyi arkadaşınızla fikirileriniz her zaman örtüşüyor mu, fikirler ayrı ama dostluklar baki kalıyor.

İşte "adsız" olarak yorum bırakan bir okuyucunun bir cümlesi bana bu gün gene Türkçe hakkında yazma fikri verdi.

Cümle şöyle : "Bu kadar ahkam kesmişsiniz ama Türkçe'den bir habersiniz. "

Muhterem : Maalesef gene günlük konuşmalardaki fahiş bir hatayı tekrar etmişsiniz " bir habersiniz" . "Bir haber" olmak diye birşey yok, olsa olsa demek istediğiniz "bi haber olmak" şeklinde kullanılmalıdır bu (bi) deki (i) harfi uzatılarak okunmalıdır. Bu (bi) olumsuzluk ekidir.

Binaenaleyh, sık sık söylenilen şu atasözü yanlıştır : "iki cami arasında bir namaz olmak" ne anlamsız deği lmi ? Halbuki aslı "iki cami arasında bi namaz olmak"tır. Yani iki caminin arasında olup namaz kılamamayı örneklemek suretiyle yapılan bir teşbihtir.

Bi haber : habersiz olmak.

Gene sık yapılan telaffuz hatası da şudur : "bir mukabele", "bir fiil" burada (bir) olarak kullanılan kelime aslında "bil" olmalıdır, yani bilmukabele yada bilfiil olarak telaffuz edilemelidir. "bilumum" da olduğu gibi.

Bu yorumda Türkçe den bihaber olduğuımu söyleyen notun devamındaki : "

Ne gereksiz bir insansınız dicem ama vardır Allah'ın bir bildiği."

cümlesindeki "dicem" kelimesine de söyleyecek bir laf bulamadım. Doğru bulduğum ise şaşmaz şekilde Allah'ın "bir bildiği" olduğudur.

Her neyse bunları birbirimizi kırmak için değil doğru bildiklerimizi paylaşmak maksadı ile hatırlatıyorum.

Kalın sağlıcakla

P.S. Şunu da hatırlatmalıyım ki, bloga, değil yorum bırakan, okuyan herkesi dahi I.P. numaraları dahil görmekteyim, sağolsun medeniyet.

Cuma, Haziran 05, 2009

Beni düşündürenler.

Son günlerde bazı şeyler beni düşündürüyor.

Mendil meselesi:

Bazı insanlar mendil kullanırlar, ceplerinden çıkartır, sümkürür, ya da her ne ise bir ifrazatı çıkartır sonra onu katlayıp ceplerine koyarlar. Bana çok sağlıksız ve hiç hijyenik gelmiyor. Düşünün genelde mikrop barındıran bu nesneyi bütün gün cebinizde taşıyorsınız, defalarca kullanıyorsunuz. Üstelik te kağıt mendil diye bir medeniyet varken.

Hani eskiden ( ama benim hatırlayabildiğim zamanlarda) afedersiniz "taharet bezi" vardı hani şu "taharet musluğunun" vanasına yada o cıvarlara asılırdı, pek kalmadı şükür, onun gibi birşey. 

Hala mendilde israra hayret ediyorum....

Edep meselesi

Eskiden, hoş görülesi yaramazlıklar yapan çocuklara büyükleri "seni gibi edepsiz seniii" derlerdi. Şirin bir ifadeydi.

Geçtiğimiz günlerde, Almanya tarihinin en büyük organize suç fiilini işlemekten hapis cezasına çarptırılmış bazı kişiler için Başbakan Yardımcısı Bay Bülent Arınç "birkaç edepsiz" ifadesini kullandı. Acaba hoş görülesi ufaklar anlamında mı yoksa ahlak dışı bir faaliyet anlamında mı burası bence muğlak.

Dün de Başbakan Bay Recep T. Erdoğan, "partimizin adını A Ke Pe olarak telaffuz eden  edepsizdir"  dedi. Acaba hoş görülesi ufaklar anlamında mı yoksa ahlak dışı bir faaliyet anlamında mı burası bence muğlak.

Bilemedim bir yandan da şunu düşünüyorum AK'lık sözde değil özde olur sen işine gücüne bak millet A Ke Pe demiş AK Parti demiş ne farkeder. Faaliyetin ve geçmişin AK olsun yeter.

Günlük konuşmalardaki bazı yanlışlar meselesi

Gerek Türkçe gerek arapça/farsça ve batı billerine ait pek çok kelimemiz var ( hoş günlük kelime kullanımı artık 200 adetmiş ama) bunların çoğunun yanlış telaffuz edildiğini ve artık bu şekilde bilindiklerini, doğrusu telaffuz edildiğinde de duyanlarım müstehzi bir ifade takındıklarını görüyorum.

Hemen aklıma geliveren birkaç örmek.

İkamet-İkametgah : geçem günlerde radyoda doğrusunu söyleyen bir spikeriş duyunca gözlerim yaşardı. Uanlış telaffuzu (k) harfinin "kağıt" ta kullnılan (k) gibi olması doğrusu ise bu harfin "kalem" deki (k) şeklinde kullanılmasıdır. 

Dahi : türkçe'de  (de), (da) ekinin tam söylenişidir yanlışı (a) harfinin uzatılarak okunmasıdır. Bu durumda anlamı tamamen değişmektedir.

Kuvöz : Fransızca'dan dilimize yerleşmiş olan bu  doğumsunrası bebek ünitesinin yanlış okunuşu "küvez"dir.

Umre: genellikle "ümre" olarak yanlış telaffuz edilmektedir.

Daha pek çok kelime var, aklıma geldikçe yazacağım. Buradaki temel problem Türk Dil Kurumu'nca yazılarda ( eskiden şapka olarak tabir ettiğimiz) üst işaretleri kaldırmış olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir temel yanlışlık ise özellikle radyo ve TV spikerlerinin bu kelimeleri yanlış telaffuzundan kaynaklanmaktadır. Maalesef kimsenin de umurunda değildir.Ne olacak en kılavuzu recep İvedik olanın......

Çocukara hitap meselesi :

Hanımın biri ileriye sesleniyor "halacığım... halacığım... gel buraya" oradan bir küçük çocuk geliyor ????? yada "Nasılsın Babaanneciğim", çocuk 3,5 yaşında. Ne gereksiz ve yanlış bir hitap, neden oğlunuzu "ablacığımm, anneciğim, halacım, teyzeciğim"; yada kızınızı" babacığım, amcacığım, abiciğim" şeklindeki bir hitapla çağırıyorsunuz ?  hayret. İsimleri yok mu, ya da gerçek sıfatları.... pek bayağı buluyorum

Geçen gün yazdığım araştırmaya ekler :

Şunları atlamışım:

Yurttaşların %62'i Din'i yaşamlarındaki önem sıralamasında ilk basamağa koyuyor ( aman hemen pis dinsiz falan demeyin, ne biliyorsunuz ne derece dinli olduğumu).

Aynı oran Laiklik için %16 ve dikkat buyurun demokrasi için %13.

Ailer reisi erkek olmalı diyenler %71

Kadın her zaman kocasına itaat etmeli ve sözünden çıkmamalı diyenler %61

Ülkede işsizlik varken çalışmak kadınlardan çok erkeklerin hakkı diyenler %64

Kadınların bir işte çalışmak için kocasından izin alması gerektiğine inananlar %64

Daha neler neler, hicabım, yazmamı engelliyor. Anlaşılan 1923 kazanımları bol gelmiş özellikle kadınlara. Otur evinde yemek pişir, çocuk doğur ey mahluk...Haydi hayırlısı

Hepinize iyi hafta sonları...

Salı, Haziran 02, 2009

Bir araştırmanın düşündürdükler.

Geçenlerde sevgilinin yazdığı bir posta pek çok yorum gelmiş hararetle okudum.

Bazıları beni şaşırttı. Özellikle "aman canım bırakın herkes istediği gibi yaşasın"," neden bazılarını acaip görüyorsunuz","canım adamın inancı ben saygıyla karşılarım" gibilerinden hoş özler vardı.

İçimden güldüm;  yazanların şahsına değil , bu düşünce yapısının nasıl da güzelce ambalajlanarak,  insanlara enjenkte edildiğine.  Arkadaşlar gönlüm düşüncelerinizle beraber ama aklım ve mantığım maalesef değil, olamıyor; zira bu geçirdiğim yarım asrın tecrübeleri beni maalesef aklen ve fikren aksi yönde düşünmeye yönlendiriyor.

Her zaman düşündüğüm bu bahar havalı hoş görüşlerin şu andaki siyasi yapımız ile mümkün olacağı, aksi durumda teokratik bir devlette ise kimsenin diğerine değil müsamaha etmek asla izin verilmeyeceğine inanıyorum. Yanıbaşımızdaki İran'a bakıp görmek mümkün, daha başka örmekleri de bol miktarda var. Suudi Arabistanda kılıçla başı kesilip çarmıha gerilerek cezalandırılanları gazetelerden arada sırada okuruz. Daha pek çok gerçek var...

Baştan söyliyeyim, allah inancı olan kimsenin dinine ve dinsel ritüellerine saygısızlık göstermeyen bir kişiyim. Elbette kimsenin de  benim görüşlerime, hakaret içermediği ve yasal olduğu sürece karışmaması mantığını yürütürüm.

Neyse bakalım gerçeklere:

 Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi BayYılmaz Esmer'in yaptığı "Radikalizm ve aşırıcılık" isimli bir araştırma ile ne derece ürkütücü bir tablo içinde olduğumuzu göstermekte. Temiz ama romantik düşünceli dostlar lütfen bunu da dikkate alsınlar.

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda, laik demokratik sosyal devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde Kadınların, kocaları haricinde ilişkiye girmelerinin  "recm" yanı boyunlarına kadar toprağa gömülerek taşlanıp öldürülmeleri cezasına çarptırılmalarını uygun görenlerin oranı %22 ( her beş kişiden biri).

Kız çocuklarının mirastan erkek çocuğunun yarısı kadar pay almalarını isteyenlerin oranı %35

Adalette iki adının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine eşit olması gerektiğini savunanların oranı da yukarıdaki gibi.

Kadınların plajda mayo ile giymesinin günah olduğunu düşünen %58

Halkın komşu olarak görmek istemediklerinin oranı şöyle:

İçki içen komşu istemeyen %72

Nikahsız yaşan komşu istemeyen %67

Kızı şort giyen komşu istemeyen %35 ( umduğumdan az vallahi)

Ateist komşu istemeye %75

Oruç tutmayan komşu istemeyen %32

Hristiyan komşu istemeyen % 52

Yahudi komşu istemeyen %64

Düşüncelerine en hoşgörüsüz olan kesimin yaş ortalaması 15-18.

En hoş görülü kesim üniversite mezunları...

vs vs vs.....

Gittikçe daha içe kapanık, daha muhafazakar ve daha yoğun mahalle baskıcı bir toplum oluyoruz. Böyle bir ortamda çekindiklerini yazmak bile yeterince tehlikeli.  Umarım çağdaş medeniyet seviyesine gelebilen bir toplum oluruz, o zaman gerçekten de kimse kimseye karışmaz. çağdaş medeniyet seviyesine gelebilmek, eğitim ve hür bireyler olabilmekten geçer.  Ama hür bireyler olunmasını  maalesef bazıları hiç istemez.

Yorum sizin.

Sevgiler.

Not : Yazdıklarım halka açık bir rapor olduğundan sonuçları izin almadan burada paylaştım, eğer bunun için bir izin almam gerekli idi  ise bilmediğim için almamış olduğumu beyan ederim. Çalışmayı yapan Bay Esmer'e hoş göreceği düşüncesi ile teşekkür ederim.