Salı, Aralık 25, 2012

bir sürü şey birikti

ne kadar çok şey birikti....
nedense yazamadım...
daha çok yazacaklar var
yazacağım hem de en kısa sürede
az kaldı
bekle beni blog

Cumartesi, Ekim 06, 2012

blog ?, yaz, taşınma vs vs

Geçen gün Barton demiş ki, "hocam twitter çıktı blogu unuttun".... hmmm aslında galiba haklı, bir zamanlar pek yoğun yazdığım blogu ( bloglarımı) boşlamışım epeydir.

Doğrusu bu ya twitter, anlık olarak duygu ve düşünceleri paylaşabildiğim bir ortam sanki daha kolay gibi geliyor.. Gene de blog asla vazgeçemeyeceğim bir mecra. her ikisinde de var olmaya çalışacağım, imkan oldukça yazmaya devam edeceğim.

Yaz her zamanki gibi ada keyfi ile geçti, nedense adada sanki bir başka dünyada yaşarmış gibi oluyor insan, adanın verdiği o sakin, basit ve yavaş hayat insanı ele geçiriyor, onun rehavetine kapılıyoruz....

Gene de gündelik politika vs. gibi hayatımızın içindeki olgular bizi etkilemiyor değil. Bunlara ani cevap ve yoğun iletişim twitterde daha kolay olduğundan bir miktar tercihim olmuştur..

Yaz mevsimi geldiğinde ada için kendimce pek çok etkinlikler, gündelik programlar, yapılası maketler falan ile çok yoğun olacağını düşündüğüm günler huzur içinde tembellikle geçti, kutu kutu maketler açılmadan eve geri geldi... Eh ne yapalım hoş geldi firsat olursa sonbaharda ya da kışın yaparım....

Sevgilinin büyük desteği ile yaz sonunda aldığım bir kararla, son zamanlarda beni iyice düşündüren cadde üzerindeki aşramı kapattım... Orası 11 yıl faaliyet gösterdi, çok keyifli çalışmalar yapıldı hep beraber zevk aldık ama vaktini doldurmuştu, bina eskimiş daire çok bakım ister olmuş o hali ile başa çıkılmaz arızalar  oluşmaya başlamıştı. Benim de çalışma saatleri hariç neredeyse hiç uğramadığım mekan zaten ticari bir yer değildi, hiç bir zaman da olmadı... Dostların buluştuğu, keyifle fikir paylaştığı bir ortamdı.. 

Oraya güzel bir günde, güler yüzlerle veda edip, çalışmalara ilk başladığımız adrese büyük bir keyifle döndük. Buradaki ana fikir, az ve öz bir grup ile oldukça iddialı ve ileri çalışmalar yapmak, geleneksel yoganın en derin felsefi alanlarını paylaşmak olacak. Tabii bu ortama giriş pek öyle elini kolunu sallayarak olmayacak sadece eski ve bu yola gönül vermiş dostlarımızın buluştuğu bir çalışma ve paylaşma grubu olacak. Haftalık çalışma saatlerini de azalttık, zira ticari kaygılarımız hiç olmadığından sözgelimi matine/suare değil bizlerin de çalışmaları yaptırırken daha da çok yoğunlaşabileceğimiz adetle sınırladık. Gelen dostlar az ve öz olsun istedik, bunun için de başvuruları haddimiz olmayarak sınırlı tutacağız. Geçmiş dönemdeki dostlarımız tabii her zaman tereddütsüz gelecekler...

Yeni ortamımızdaki bu haftabaşı başladığımız çalışmalar daha ilk gününden itibaren farklı oldukça yoğun heyecan verici olmaya başladı, ben dahil hepimiz heyecan içindeyiz....

Elbette taşınmak çok sıkıcı ve yorucu bir iş ama hepsi yapıldı, herşey yenilendi pırıl pırıl başladık büyük zevkle.

Neyse.... yaz sonu konserlerine gidildi tabii biz bu sene üç konser için kendimizi ayarladık, ilki RHCP konseriydi...... Santral İstanbul'da konser yapanın aklına şaşayım, adeta Kerbela gibi bir mekan adamlar güzel bir performans sergilemelerine rağmen ne onları görebildik ne de konser alanındaki ekranlardan doğru dürüst izleyebildik, hele daha arkadaki bir seyirci grubu vardı ki onlar paraları ile rezil oldular desem yeridir. 

İki adet adeta komünist memleket dükkanı gibi satış yerinde su ve kola satılıyordu o da eğer sıralara girip alabilirseniz. Oysa konserde bira satılmasına ( sözde) karşı çıkan civar halkının işbilir elemanları sokaklarda sıcak biraları tutturabildikleri fiyata satmaktaydılar.

Konser çıkışı adeta Auschwitz temerküz kampını aratmayacak gibiydi, şaka bir yana orada en ufak bir kargaşa olsa millet ezilir katliam olurdu, hiç bir vasıtanın olmadığı, taksilerin fahiş fiatlar çektikleri otobuslerin patlarcasına dolduğu çıkış sonrası santralden  1. çevre yolundaki metrobüs durağına kadar yürüyerek sürünmemiz de cabası oldu....Eve aç ve susuz vardığımızda saat 03:00 idi.... bir daha santralde konser mi???? asla !

İkinci konser yaşayan efsane Leonard Cohen'di, Batı Ataşehirde Fenerbahçe Ü...r  Arena daki, konsere üstelik motor ile gittiğimizden hiç sıkıntı çekmedik. Güzelce yemeğimizi yiyip iki kadeh şarap içtik, keyifle mekanın önüne park edip elimizdeki biletteki koltuklarımıza huzur içinde oturup adeta klasik müzik konseri tadındaki dinletiği büyük bir keyifle takip ettik... Huzur duyduk, gözlerimiz yaşardı.. Zaten gerçek anlamda ki bu USTA için ne desek azdır...
Konser bitiminde herkes gayet büyük bir rahatlıkla mekanı boşalttı. Hiç bir sıkıntı olmadı.

Şimdilik böyle kalın sağlıcakla....

Haa evet apolitiğim bugünlerde, yok yok yazacağım çok şey var sonraki günlerde... 



Perşembe, Temmuz 12, 2012

Heybeliada Cinayetleri


Heybeliada cinayetleri

Bir kaç gün önceydi, Ada’da kahvede oturmaktaydık, sevgili komşum kıymetli arkadaşım Hande laf arasında, “Heybeliada cinayetleri “ isimli romanı okuyup okumadığımı sordu.  Romanın adını  bir süre önce radyoda duymuş, ilgilenmiş ama alamadan unutmuştum.
“okumadım” dedim, O’da  “muhakkak oku çok güzel” dedi.

Ertesi gün ana karaya geçtim, vaktim de vardı, hemen cıvardaki kitapçıları araştırdım ama maalesef kitap yoktu, içimden, artık Kadıköy’de bulurum diye geçirdim.

Başka bir endişem de son yıllarda hiç romam okumamış olmamdı. Bol bol  bilimsel eserler, hayat hikayeleri, sehayat günlükleri, belgeseller ve son zamanlarda da memleketimizdeki gözaltılar, tutuklamalar, Ergenekon, balyoz vs ile ilgili kitaplar ve onlara ait zabıtları, iddianameleri okumuştum. Kurmaca bir kitabı okuyabilirmiydim bilemedim.

Bir gün sonra Hande arayıp, “kitabı aldın mı ? almadınsa ben sana alayım” demez mi? “Aman” dedim “arıyorum bulamadım, bulursan al ne olur”.....

Bu arada Ada’mızın en çok kitap okuyan kişisi, Bahar Cafe’ deki Fatma Hanım’a kitabı sordum, bana “çok detaylı bir kitap, ben okudum beğendim. Yazar ( Önay Yılmaz) çok derin araştırma yapmış” dedi.

O akşam kitap elimdeydi, oldukça meraklanmıştım, bir an evvel okumak istiyordum.  İlk fırsatta başladım,kitap her sayfada beni daha da içine alıyordu. Velhasıl, hiç mutadım olmamasına rağmen,  bir buçuk  günde  kitabı bitirdim, yanlış anlaşılmasın 460 sayfa.....
Kurgusu çok güzel, anlatımı sürükleyici, üstelik çok şanslıydım çünkü Ada’daki olaylar, neredeyse oturduğumuz evin etrafındaki 500 metre çaplı bir alanda geçmekteydi. Öyle ki balkonda oturduğum yerden olayların olduğu mekanları görebiliyor; böylece adeta film seyreder gibi takip ediyordum.

Kurgunun harcinde Heybeliada hakkında bir tarihi belgesel gibiydi. Zira ada kahvelerinde dinlediğimiz bazı tevatürler, tarih, mekan ve kişiler ile net verilere dayandırılarak anlatılmaktaydı. Bu bakımdan bendeki belgesel açlığını da tatmin etmekteydi...
Ayrıza Türk romancılığında  böylesi cinai hatta seri cinai roman pek hatırlamıyorum...
Elbette her güzel şey gibi çabuk bitti, hani bitişine üzülmedim desem yalan....
Daha sonra, romandaki kurguya göre olayların geçtiği mekanları teker teker gezdim, iyice pekiştirdim, daha da keyif aldım....

İlk işim kitabın yazarı Önay Yılmaz’ a memnuniyetimi belirten bir tweet atmak oldu,  kısa sürede gayet nazik bir cevap verdi, “muhakkak bekliyoruz adaya” dedim . Şimdi ekip olarak en kısa zamanda adaya gelmesini tabii başta roman olmak üzere ada hikayelerini kendi ağzından dinlemeyi iple çekiyoruz..

Heybeliada Cinayetleri adlı kitabı muhakkak okumanızı tavsiye ederim, şu yaz sıcaklarında ilkbahar temalı ve bazı bölümlerinde ürpertici bir romam.....

Perşembe, Mayıs 10, 2012

Paşa... Paşa.... Bu ne mene rezalettir !!! ???

Yıl 1974 bahar ayları, Fenerbahçe Lisesi, Tiyatro Kolu o sene yapılacak olan liseler arası tiyatro yarışmalarına katılıyor..... 


Kadiköy Halk Merkezi sahnesindeyiz, hayatımdaki ilk ve tek tiyatro oyunculuğumda, büyük üstad Haldun Taner'in "Sersem kocanın kurnaz karısı" isimli muhteşem eserinde, asık suratlı, abus ve yobaz Mahkeme-şer'iye Naibi Asım' ı canlandırmaktayım ( tam bana göreymiş rol, iyi de oynamıştım acizane kısacık olmasına rağmen....) .... 


Küçücük ama ilginç bir rol. Karşımda o dönemde, tiyatroların büyük hamisi olan Ahmet Vefik Paşa var..... 
                                                                                                           
Şöyle başlıyor diyalog :


"ASIM: Paşa, Paşa! Bu ne mene bir rezalettir?
VEFİK PAŞA: Hayrola, ne olmuş?



Bu girizgah neden mi? son günlerde paşa unvanının kullanımından rahatsız olanlar var, ben de şu Paşa meselesine biraz gireyim dedim....


Orada şeriat mahkemesi naibi olan Asım Bey'in karşısında olan Ahmet Vefik Paşa, sanmayınız ki bir ordu üst rütbelisidir... Hayır, Osmanlılar döneminde yüksek sivil memurlara da Paşa unvanı verilirdi, hatta bunun haricinde, halk arasında da üstün meziyetli, insanlara paşa denirdi...


Ayrıca Osmanlı zamanında üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvandır paşa, bu günkü karşılığı albay rütbesinin üzerindeki general ve amiral rütbeleridir.


Bir de mesela Ersin Paşa vardır o da bendeniz oluyorum, geçmişinde paşalar olan bir ailenin askerlikle ilişkisi bulunmayan bir ferdiydi babam, benim çocukluğumda, bizim evde hala az da olsa köşk tipi bir yaşam sürülmekteydi dolayısı ile evde dadım ( biz ona bacı derdik) ve müstahdemler bulunurdu, ancak bana Ersin Paşa diye hitap ederlerdi ki bunun konumuzla hiç alakası yok. :) Hala pek çok eski arkadaşım bana paşa der....


Gelelim bu Paşa mevzuunda neden geçmiş zaman kullanmaktayım, çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nde 26 Kasım 1934 bu yana paşa falan yoktur. Olması da yasaktır.......


Zira o tarihte kabul edilen  "Lâkap ve Unvanların Kaldırılması Hakkındaki Kanun" ile içinde "paşa" da bulunan lakap ve ünvanların kullanılması yasaklanmıştır.


Gelin o kanunun ilgili kısmına bir bakalım :



Madde 1 - Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar.
Madde 2 - Sivil rütbe, nişan ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaklanmıstır. Harp madalyaları bundan müstesnadır. Türkler, yabancı devlet nişanları da taşıyamazlar.
Madde 3 - Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere, kara ve havacılarda müşirlere mareşal, birinci ferik, ferik ve livalara general, denizcilerde, birinci ferik, ferik ve livalara amiral denir.
........................
.........................

Böyle devam ediyor.

Şimdi bana ilginç geliyor, kanunen yasak olan bir unvanın kullanılmasından rahatsızlığı beyan etmek en azından yasa dışı bir unvanı peşinen kabullenmek dolayısı ile yasayı ihlal etmek değil midir? 

Haaaa konumuzla ilgili olmayan ama güncelliğini koruyan bir kısmı atlamıyayım :

O oyundaki diyalogun sonunda Ahmet Vefik Paşa, naib Asım'a şunu söyler :

VEFİK PAŞA: Ağır ol da molla desinler değil mi? Kendi şahsında bir ağırlık yoksa bunu tiyatroya gitmemekle, abus bir çehre ile mi yaratacağım sanırsın? Gülmekten korkma Asım Bey, gülmesini bilemeyen düşünmesini de bilemez. Lamı cimi yok, abone olacak, tiyatro seyredecek, Moliere'in senin gibi sahte ciddilerle nasıl zevklendiğini öğrenip hizaya geleceksin. Bu herkesten çok sana lazım."

Ahmet Vefik paşa, Osmanlı'nın son döneminde çok önemli hizmetlerde bulunmuş ( Milli eğitim bakanlığı, Sadrazamlık vb. aydın bir kişidir. Önemli eserleri de vardır, çok hoşuma giden "sadrazam" kelimesini "başvekil'e" çevirmiş olmasıdır
Kendisi hakkında bilgi için burayı tıklayabilirsiniz.

Not :geçmişte ve halen kedi ve köpeklerine paşa adını vermiş pek çok arkadaşım vardır ( dedeleri ve bizzat kendisi ?? paşa olan ben bundan hazzetmesem de :)) 











Cumartesi, Nisan 21, 2012

Geri dönüşüm ve bizim Mehmet

Geri dönüşüm konusuna ailecek çok önem vermekteyiz. Ev halkı olarak elimizden geldiğince doğru olarak ayrıştırdığımız atıklarımızı ayrı ayrı paketleriz. Bunu henüz iki yalında olan evimizin en küçük ferdi de dahildir.


Daha sonra apartman görevlimiz Mehmet bunları alır, apartmanın bir bölümünde diğer dairelerden gelenlerle birlikte istifler ve haftanın belirli günlerinde belediye aracına verir.


Geri dönüşüm yalnızca plastik, cam, kağıt gibi malzemeler demek değildir tabiiki... Ayrıştırılması gereken en önemli atıklardan biri evde kullanılmış kızartma yağlarıdır.


Biz de çok fazla kızartma yapmasak da yağlarımızı bu şekilde ayırarak biriktiriyoruz. Genellikle bunları boşalan litrelik pet şişelere koyuyor, dolan şişeleri de alınacak geri dönüşüm atıklarının yanına istifliyoruz.


Buraya kadar  her şey normal ve hatta ideal gibi görünüyor.


Geçtiğimiz gün eşim biriken bir şişe yağı Mehmet'e verirken, "bunu ne şekilde belediyeye veriyorsun" diye soruyor,


Mehmet : Abla, şişeyi aşağıda lavaboya boşaltıyorum, şişesini de geri dönüşüme atıyorum.... diye cevap veriyor...................................
..............................................
..................................................
.....................................................
...............................................................


Şaşırıyoruz, meğerse belediyenin yağları almak gibi bir ayrı hizmeti yokmuş....


Yani biz denizleri, doğayı kirletmemeye gayret ediyoruz diye azıcık ta olsa sevinirken, yağlarımız gene gidiyormuş malum yere....


Lafın bitiği yer.....




Salı, Nisan 03, 2012

En şanslı Başbakan / en tırsık seçmen

Elli küsur yaşındayım, eh demek ki Cumhuriyeti'mizin toplam yaşının yarısından fazlayım, bu da demektir ki nice hükûmetler, bakanlar, başbakanlar gördüm, doğduğumda Menderes başbakandı arada kimler geldi kimler geçti...

Kimisi sevgi ile, kimisi kerhen desteklendi seçmen tarafından. Darbelerdeb kurtulan pek çok hükümeti, o zamanki adıyla "devalüasyonlar" zedeledi götürdü, yapılan hayati zamlar, bazılarının sonunu getirdi. Halkın o hükûmet ve tabi hükûmetin başı hakkındaki fikirleri değişti. Çok sevilenler, sevilmez oldular, hatta kısa zaman içinde çok ani oy farklılıkları bile yaşadılar.

O zamanlar henüz emeklemekte olan demokrasimizde, halk, kararları ile iktidarları gayet demokratik şekillerde değiştirdi.

Mesela,şimdilerde hayal bile edilemeyecek yüzdelerde sol oylar mevcuttu bir zamanlar.....

Bakıyorum şimdi, yahu, düşünebiliyor musunuz ? elektriğinize % 20 cıvarı zam yapılıyor, dünyanın en pahallı benzinini alıyoruz, demektir ki herşeyi ilgilendiren bazı önemli noktalarda inanılmaz zamlar oluşuyor. 

Örneğin benzinin %61'i vergi olarak ödeniyor,zammı akılla izah edecek bir durum yok, yani dünyada petrol fiatlarına bağlı olarak benzine %61 lik bir fiat artışı gelse ancak bu günkü rakkamlar geçerli olacak.

Bırak %61 i bunu %40 a çeksen benzin %20 ucuzlar yani en basit hesabı ile benzin 5 liradan 4 liraya düşer, hala daha %41 i devlete ödediğin vergi olur.....

Elektrik nasıl olur da bir defada %20 zam görür de, o memleketin halkı buna ses çıkartmaz... Nasıl olur da konu ile ilgili bakan " e bende istemiyorum ama ithal ediyoruz kem küm der" hem de hiç sıkılmadan... 
Eeee karşısında demokratik bir toplum protestosu görmezse gayet rahat söyler. Bilir ki seçim öncesi yapılacak basit bazı popülist söylemlerle gene seçim kazanacaktır....

Elektrik, gaz, telefon vs gibi faturalarımızı incelersek orada ödediğimiz vergi, rüsum, harç gibi kalemleri toplarsak inanamayacağınız bir yekûn oluştuğunu görmek mümkün.

Peki halkım ne yapıyor, hiiiç.... en ufak bir hareket yok, elbette gayri nizami, ve hukuki davranışlardan ve şiddetten bahsetmiyorum. Ama gayet saf ve medeni protestolar yapılabilir. Hayır ben ideolojik protestolardan bahsetmiyorum burada, senden, benden, Ayşe teyzeden, Kamil amcadan, öğrenci Emre'den, hatta Büşra'dan Kübra'dan bekliyorum, ideolojik değil gerçek toplumsal tepki bekliyorum.... Tık yok...

Hayır birşeyler yıkmaya kırmaya dökmeye, lüzum yok, halk sakince çıkıp bir meydanda hiç birşey yapmadan otursa, ne yapacak polis seni dövecek mi? Dövecekse bırak dövsün en azından dünya görsün... Sadece basit boykotlardan bahsediyorum, gayet masum, gayet samimi, insani toplumsal  şiddet içermeyen mesela oturma eylemlerinden......

Hiç bir tpki vermiyorsanız, o zaman layığınızdır, nedir korkuyor musunuz? bizide örgüt içine sokup içeri tıkarlar diye, ya da polis içeri alır çıkamayız diye, o zaman düşünün sizi bu hallere kim, kimler getirdi.....

Valla Başbakan çok şanslı, ama seçmen çok tırsık, sebepleri belli.