Sabah havai fişeğim sevgiliye kahvesini hazırlarken camdan baktım. Eskiden adı İnciburnu ya da Sedefadası olan (şimdi bu iki kardeş geminin de adları değişti) vapur, nedendir bilinmez ağır yolla, sahile paralel süzülmekteydi, gip gri deniz ve siyaha çalan gökyüzünün altında. Bütün ışıkları yanıyordu dürbünle baktım da pek yolcusu da yoktu hani. .... Hatıralarım canlandı......
Güzel şehrimin aksı böyle yamulmadan önce, iş ve yerleşim merkezleri nisbeten belirli yerlerdeyken. Benim gibi anadolu yakasında oturanlar için vapur çok önemli bir olgu idi. Bir araçtı demiyorum bilhassa, zira bir olgu idi gerçekten.
Bir kere belediyeye ait değildi o zamanlar, iskelelerinde iç içe geçmiş iki çıpanın ortasında Ay-Yıldız olan kırmızı beyaz bayraklı, TC Denizcilik Bankası TAO'ya bağlı Şehir Hatları işletmesine aitti onlar. Devletin gerçekten sosyal devlet olup, halkını kaz gibi yolunacak bir meta gibi görmediği zamanlardı. Devletin tüccar, herşeyin karlılık oranı olmadığı, en azından devletin halkını kolladığı zamanlar.
Onlar vapur idi halk dilinde, gemi demezdik, vapur..... biraz yaşlıca İstanbul hanımları ise vapor derlerdi. Fransızca "Buhar"dan, "istim"den gelirdi bu ad ya kimseler bilmez.... irili ufaklı çeşitliydiler ama gene de birbiri ile kardeş aynı yapı tipinde her tipten de birkaç adet olmak üzere hizmetteydiler.

Özlellikle Kadıköy-Karaköy vapuru önemli bir vapurdu, insanlar, 7.15 yada 8.00 vapurunda buluşmak üzere randevulaşırdı, ya da vapur iskelesinin saatinin altında... Her bir vapurun kendi karakteristiği, sesi, kokusu vardı, bir nevi canlı varlıktılar ( bu nedenle madde olmasına rağmen ingilizcede gemiye "it" değil "she" denmesine bayılırım)...
Bilhassa çocukluğumda ve ilk gençliğimde İngiltere'de Glasgow tersanelerinde yapılmış yepyeni olanları vard; İnkılap, Turan Emeksiz, Pendik, İhsan Kalmaz gibi....onlar da buharlıydı ama buhar kazanları fuel oil ile çalıştığından kömür dertleri yoktu, bize adeta yepyeni bir transatlantik gibi gelirlerdi. Heybetli bacaları vardı onların, Altıyola'a geldiğinizde, Kadıköy iskelesindeki (elbette eski iskele) vapurun heybetli bacasını görürüdünüz.
Giriş katının altında sonradan tamamen kapatılmış olan, salonlara giderdik talebeyken, kış günleri Turan Emeksiz
burası sımsıcak olurdu, orada sohbet,
muhabbet eder, vatan kurtarırdık.
Daha da önce annemle İstanbul'a gittiğim (zira karşıya geçmeye İstanbul'a gitmek denirdi) dönemlerde, arkadaki lüks mevkide otururduk, buraya gelen görevli bir liralık kağıt biletleri inanılmaz şık bir hareket ile koçanından kopartır, bir de ortadan yırtardı...
70 li yıllarda okul dünüşü, öğlen saatlerinde makina dairesine yukarıdan bakardık sevgili arkadaşım Mete'nin kız arkadaşını beklerken, yemek pişerdi koskoca bir tepside ne kadar da güzel görünürdü o saatlerde aç olan bizlere....
Yaz günleri sabah vapurunun üst kattaki açık bölümü keyifli olurdu. O vapurlarda kaptan köşkünü de gören tek kişilik oturma yerleri mevcuttu. Buraya oturur cam bardaktan vapur çayımı içerken, sabah simidini yer bir yandan da tertemiz her yeri pırıl pırıl olan ve hatta saksılı çiçekleri bulunan kaptan köşkünde, her bindiğimde aynı rirüellerle yapılan kalkış ve yanaşma manevralarını izlerdim. Kaptanlar yazları, bembeyaz gömlek ve pantalonları ile pek heybetli olurlardı. Akşamları, geceleri her vapur muhakkak burnundaki projektörleri yakarak yoluna bakardı, bunların bazıları elektrikle yönlendirilirken, bir kısmında ise minik bir kulübe ve onun içindeki görevli gösterirdi etrafı kaptana....
Bir de lodos zamanı vardı vapur kalkabildi ise özellikle Haydarapaşa mendireğinden çıktığında Sarayburnu açıklarında çılgınce sallanırdı, gençlik işte bayılırdım.....
Sisli günler bir başka olurdu öylece iskele yada cıvarında oturulur sisin kalkması beklenirdi, Fellini filmlerinde olduğu gibi.
Bir kötü tarafı salonlarda sigara içilmesiydi, ben sigara içmediğimden özellikle ayazın,yağmurun hatta karın olduğu günlerde en keyif aldığım şey vapurun arka sahanlığına gitmek ve orada durmaktı, soğuk olduğundan buralara kimseler itibar etmez, ben tertemiz havada kimbilir neler düşünürdüm, severdim orada yanlız kalıp hayallere dalmayı, hayat pek tazeydi daha yapacak o kadar çok iş vardı ki .... hey gidi...
Karaköy iskelesinde bir taraftan Kadıköy diğerinden Haydarpaşa vapuru kalkardı, Haydarpaşa vapurları vardı, hantal ama çok güzel "Ülev" ve "Suvat", Kadıköy vapuru kaçırıldığında can kurtarırlardı...
Suvat
Bir de "bahçe" tipi ada vapurları vardı muhteşem dizaynları inanılmaz güzel siluetleri ile mest ederleri bakanları,
Bir de "bahçe" tipi ada vapurları vardı muhteşem dizaynları inanılmaz güzel siluetleri ile mest ederleri bakanları,

"Fenerbahçe"
Dolmabahçe, Fenerbahçe, Paşabahçe.... Dolmabahçe zaten 90 lı yıllarda haince hurda edildi, Fenerbahçe bu yaz halen çalışmaktaydı ama maalesef sonbaharda iskeleye çekildi, bir tek Paşabahçe kaldı yadigar o da yakındır.....
İşte o şahsiyetli vapurları Marmara sisi bir bir alıp götürdü, gençliğimizi oradaki hayallerimizi, okul günlerimizi, koşturmalarımızı, üniversite günlerimizi, yeni yetme çalışan insan olduğumuzda geç kalmamak iç,n iskele verilmeden atlamalarımızı, iş yorgunu dönüşlerde kalabalıkta merdivenlerde oturmalarımızı, kimbilir daha neleeeer neleri.... hatıralar kaldı, hepsi güzel çok şükür.... Güle güle vapurlar, biz..... şimdilik buralardayız.