Salı, Kasım 18, 2008

Vapur


Sabah havai fişeğim sevgiliye kahvesini hazırlarken camdan baktım. Eskiden adı İnciburnu ya da Sedefadası olan (şimdi bu iki kardeş geminin de adları değişti) vapur, nedendir bilinmez ağır yolla, sahile paralel süzülmekteydi, gip gri deniz ve siyaha çalan gökyüzünün altında. Bütün ışıkları yanıyordu dürbünle baktım da pek yolcusu da yoktu hani. .... Hatıralarım canlandı......

Güzel şehrimin aksı böyle yamulmadan önce, iş ve yerleşim merkezleri nisbeten belirli yerlerdeyken. Benim gibi anadolu yakasında oturanlar için vapur çok önemli bir olgu idi. Bir araçtı demiyorum bilhassa, zira bir olgu idi gerçekten.

Bir kere belediyeye ait değildi o zamanlar, iskelelerinde iç içe geçmiş iki çıpanın ortasında Ay-Yıldız olan kırmızı beyaz bayraklı, TC Denizcilik Bankası TAO'ya bağlı Şehir Hatları işletmesine aitti onlar. Devletin gerçekten sosyal devlet olup, halkını kaz gibi yolunacak bir meta gibi görmediği zamanlardı. Devletin tüccar, herşeyin karlılık oranı olmadığı, en azından devletin halkını kolladığı zamanlar.

Onlar vapur idi halk dilinde, gemi demezdik, vapur..... biraz yaşlıca İstanbul hanımları ise vapor derlerdi. Fransızca "Buhar"dan, "istim"den gelirdi bu ad ya kimseler bilmez.... irili ufaklı çeşitliydiler ama gene de birbiri ile kardeş aynı yapı tipinde her tipten de birkaç adet olmak üzere hizmetteydiler.

Boğazda upuzun silindirik bacaları ile kömürlü vapurlar işlemekteydi, bunların çoğu 1920'li yıllar yapısıydı. Numaraları da vardı onların, 68, 71, 74, Güzelhisar, Altınkum, Halas ve benzerleri....Narin yapılı tekneleri ve pek mahir kaptanları vardı ... Rivayet odur ki, geçerken yalının o kadar yakınına kadar gelebilirlerdi ki oradan verilen, kahveyi veya baklava tepsisini alabilirlerdi.Boğaz iskelelerine devletin vapuru yanaşırdı şanıyla şerefiyle, şimdiki gibi yolcu motorları değil
Özlellikle Kadıköy-Karaköy vapuru önemli bir vapurdu, insanlar, 7.15 yada 8.00 vapurunda buluşmak üzere randevulaşırdı, ya da vapur iskelesinin saatinin altında... Her bir vapurun kendi karakteristiği, sesi, kokusu vardı, bir nevi canlı varlıktılar ( bu nedenle madde olmasına rağmen ingilizcede gemiye "it" değil "she" denmesine bayılırım)...

Bilhassa çocukluğumda ve ilk gençliğimde İngiltere'de Glasgow tersanelerinde yapılmış yepyeni olanları vard; İnkılap, Turan Emeksiz, Pendik, İhsan Kalmaz gibi....onlar da buharlıydı ama buhar kazanları fuel oil ile çalıştığından kömür dertleri yoktu, bize adeta yepyeni bir transatlantik gibi gelirlerdi. Heybetli bacaları vardı onların, Altıyola'a geldiğinizde, Kadıköy iskelesindeki (elbette eski iskele) vapurun heybetli bacasını görürüdünüz.












Giriş katının altında sonradan tamamen kapatılmış olan, salonlara giderdik talebeyken, kış günleri Turan Emeksiz
burası sımsıcak olurdu, orada sohbet,
muhabbet eder, vatan kurtarırdık.

Daha da önce annemle İstanbul'a gittiğim (zira karşıya geçmeye İstanbul'a gitmek denirdi) dönemlerde, arkadaki lüks mevkide otururduk, buraya gelen görevli bir liralık kağıt biletleri inanılmaz şık bir hareket ile koçanından kopartır, bir de ortadan yırtardı...

70 li yıllarda okul dünüşü, öğlen saatlerinde makina dairesine yukarıdan bakardık sevgili arkadaşım Mete'nin kız arkadaşını beklerken, yemek pişerdi koskoca bir tepside ne kadar da güzel görünürdü o saatlerde aç olan bizlere....
Yaz günleri sabah vapurunun üst kattaki açık bölümü keyifli olurdu. O vapurlarda kaptan köşkünü de gören tek kişilik oturma yerleri mevcuttu. Buraya oturur cam bardaktan vapur çayımı içerken, sabah simidini yer bir yandan da tertemiz her yeri pırıl pırıl olan ve hatta saksılı çiçekleri bulunan kaptan köşkünde, her bindiğimde aynı rirüellerle yapılan kalkış ve yanaşma manevralarını izlerdim. Kaptanlar yazları, bembeyaz gömlek ve pantalonları ile pek heybetli olurlardı. Akşamları, geceleri her vapur muhakkak burnundaki projektörleri yakarak yoluna bakardı, bunların bazıları elektrikle yönlendirilirken, bir kısmında ise minik bir kulübe ve onun içindeki görevli gösterirdi etrafı kaptana....
Bir de lodos zamanı vardı vapur kalkabildi ise özellikle Haydarapaşa mendireğinden çıktığında Sarayburnu açıklarında çılgınce sallanırdı, gençlik işte bayılırdım.....

Sisli günler bir başka olurdu öylece iskele yada cıvarında oturulur sisin kalkması beklenirdi, Fellini filmlerinde olduğu gibi.

Bir kötü tarafı salonlarda sigara içilmesiydi, ben sigara içmediğimden özellikle ayazın,yağmurun hatta karın olduğu günlerde en keyif aldığım şey vapurun arka sahanlığına gitmek ve orada durmaktı, soğuk olduğundan buralara kimseler itibar etmez, ben tertemiz havada kimbilir neler düşünürdüm, severdim orada yanlız kalıp hayallere dalmayı, hayat pek tazeydi daha yapacak o kadar çok iş vardı ki .... hey gidi...

Karaköy iskelesinde bir taraftan Kadıköy diğerinden Haydarpaşa vapuru kalkardı, Haydarpaşa vapurları vardı, hantal ama çok güzel "Ülev" ve "Suvat", Kadıköy vapuru kaçırıldığında can kurtarırlardı...









Suvat

Bir de "bahçe" tipi ada vapurları vardı muhteşem dizaynları inanılmaz güzel siluetleri ile mest ederleri bakanları,
"Fenerbahçe"
Dolmabahçe, Fenerbahçe, Paşabahçe.... Dolmabahçe zaten 90 lı yıllarda haince hurda edildi, Fenerbahçe bu yaz halen çalışmaktaydı ama maalesef sonbaharda iskeleye çekildi, bir tek Paşabahçe kaldı yadigar o da yakındır.....

İşte o şahsiyetli vapurları Marmara sisi bir bir alıp götürdü, gençliğimizi oradaki hayallerimizi, okul günlerimizi, koşturmalarımızı, üniversite günlerimizi, yeni yetme çalışan insan olduğumuzda geç kalmamak iç,n iskele verilmeden atlamalarımızı, iş yorgunu dönüşlerde kalabalıkta merdivenlerde oturmalarımızı, kimbilir daha neleeeer neleri.... hatıralar kaldı, hepsi güzel çok şükür.... Güle güle vapurlar, biz..... şimdilik buralardayız.

Cuma, Kasım 14, 2008

RTE & OBAMA muhabbeti

Yahu gündemi geriden takip etmek belki ama Mustafa!ydı, 10 kasım'dı gibi çok önem verdiğim konular varken elbette çok arka planda kaldı benim için.

Fehmi Koru namı ile maruf ya da Taha Kıvanç müstear adı ile yazılar kaleme alan bayağı dinci ve fekat liberal bir gazete yazarı demiş ki, " RTE, Obama gibi geldi, şimdi Bush gibi oldu", vaaay sen böyle mi dersin, ertesi gün Başvekil, çok kızdı ve dedi ki, "Sevsinler seni...... yazıklar olsun sana" belli ki hiç hazmedemiyeceği bir yerden gelen bu tavır, zat-ı şahaneyi fazlasıyla üzmüş ve kızdırmıştı.
Eee haklı yahu, ilahi Fehmi/Taha bey kardeşim deli misin divane misin ne istedin durup dururken?, şimdi TC Başbakanlık uçağındaki maroken döner koltuğa oturup seyahatler ederken ab-ı hayat tadında şerbetleri yudumlamak, huzur içinde güneşin batışını izlemek,VIP salonunun mescidinde mübarekler ile namaz eda ve hatta tesbîh etmek hayal oldu sana... Devletlû ile şakalaşmak, arada iltifatlarına mazhar olmak hayaaal
Eyvaaah, çar naçar düzeltmelere kalktı ama "geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye" vah ki vah. Vallahi üstad işiniz zor, muhtemelen gönül ah-ü zâr içindedir heyhaat, Zülcelal hazretleri yardımcınız olsun.... Amiiinnn.
Oysa efendi gibi otursana muhterem, sana ne Obama'dan Bush'tan mirim azizim. Sen bu gül bahçesinde neden istikrarsızca fikirler beyan ediyorsun, Allah bilir akreditasyonun falan da iptal edilir.
Recep Erdoğan bey ertesi gün dedi ki, "ben kimse değilim RTE'yim", evet haklıdır, hep öyleydi ve dahi hep te öyle kalacak ben, O'nu gelirken Obama gibi zannedenlerin aklına şaşıyorum ve minel garaip.
La havle yahu...Acaba bir asabiyye mütehasısına mı görünsem ne?

Pazartesi, Kasım 10, 2008

10 kasım bugün


Halkının hizmetindeki Büyük Adam,
Aklın, aydınlanmanın yılmaz ışığı,
Bilginin, müspet ilimin, önderi
Hala bizden ileride düşüncelerin sahibi
Doğru ve güzel insan,
Gösteriğin yolda, izindeyiz,
Bunca yıldır ve sonsuzca;
Yılmadan, bıkmadan tüm olumsuzlukara karşı.
Bedenin rahat uyusun ama fikrin hep kamçılasın.

Perşembe, Kasım 06, 2008

Hangi Mustafa


Benim için o hiç bir zaman Mustafa olmadı, hep Mustafa Kemal ATATÜRK oldu. Onunla gurur duydum, memleketimin en korunulası hazinesidir, hep öyle kalacaktır, kim aksini becermeye çalışırsa çalışsın..............

Onun insan olduğunu hep bildim, bilirim.

Benim için dogma değildir, tanrı değildir, etiyle kemiği ile insandır, ama aklıyla fikriyle öngörüleri ile liderdir.

Benim için mühim olan onun güzel fikirleridir, memleketimi kurtarmışlığıdır, ortaya koyduğu büyük eserdir.

Geri kalan ise kendi tabiri ile
"elbet benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır"dır

Ama toprak olmayan fikirleridir. Eserleridir. Beni bu gün medeni insan yapan akıl almaz hüneridir ki hala dünyanın çoğu akıl erdirememiştir.

Zamanında yaşamış adı diktatör vs olan adamlar için artık kimse bir tek kelime etmezken doğumundan yüz küsur, ölümünden 70 yıl geçmesine rağmen hala konuşulmasıdır.

Savaş krizini yönetişindeki muhteşem üstü başarısıdır. İktisadi kriz dönemindeki muhteşem karma ekonomi modelidir. Devlet krizindeki maharetidir.

Karanlığa, dogmalara bunların devlet olarak yönetimine karşı çıkması, devleti akılcı ve laik olarak sosyal bir hukuk devleti yapması, memleket insanını ezik bir kulluktan çıkartıp bir vatandaş yapmasıdır. Dini bireyin kendi vicdanına bırakan bir sistemi getirmesidir.

Daha sayacak pek çok şey var. Buraya sığmaz.

O saydığım, sevdiğim, hürmet ettiğim, fikirlerinden feyz aldığım benim gibi insan olan ama farklı olandır. O fark onu "Kemal" yapmıştır

Mustafa filmine gittik sevgili ile. Filmin yapımcısı kendisinin ezik ve naif halini o melankolik romantizmini ve ağlak hitabetini koymuş, kendisinin gördüğü tarafları ile bir Mustafa yaratmış zaten Kemal diyememiş bir eziklikte.

Alkollü, ağlak, kadın avcısı, marazi, intikamcı, yanlız, arkadaş katili bir adam çizmiş.

Kızdım ama durdum ve dedim ki bu yazardan bu kadar Mustafa. Kendisi gibi birini tasvir etmiş herhalde. Kastı olsa daha iyisini yapamazdı, ama kasıtlı değil çok naif bir bünyeden doğmuş bu film.

İsterdim ki Nazım yaşasın ve o bir Mustafa Kemal yapsın, aynı kareleri koysun ama o anlatsın da çağlayalım gürleyelim.

Mustafa Kemal bile kurtaramamış filmi, son derece aşina olduğumuz resimler, bildiğimiz ama çok eksik anlatım. Tv'lerde bile gösterilemeyecek kadar zayıf bir yapım. Goran bile kurtaramamış hatta.

Ama, iyi ticaret, 29 ekim ile 10 kasım arasında konulmuş bir satış. Bizim gibi Atatürk sevdalılarını avlamak. En çok da 2.cumhuriyetçiler, şeriatçı takımı bayılmıştır. Ben paramı helal etmedim

Analar babalar, öğretmenler, sakın ola ki çocuklarınızı bu garip filme götürmeyin. Size "bana büyük Atatürk deiye anlatılan adam bu mu yahu? diyecektir, ona hayır değil diye ağlaya ağlaya anlatmak zorunda kalacaksınız gerçeği belki.

Haaa benim için güzel olan sevgili Atatürk'ümün yüzünü görmek, kalıbıyla kıyafetiyle güzel olan insanı seyretmek, fikirlerini hatırlamak. Bir de iki ayrı film kesitinde daha önce hiç hareketli görmediğim dedem Cevat Paşa'yı görmekti...



Şimdi Barton, hadi gel biz internet için bir film yapalım tüm kaynaklar benden ( elbette Msutafa filminin yapımcısının kaynaklarından bin kat fazla) sözler ve resimler senden. Hadi bakalım....

Bir söz de canım sevgiliye, sinemalerı hiç sevmediğin halde Atatürk deyip bu filme benimle geldiğin ve bu "eziyete" katlandığın için bin teşekkür.

Ne diyeyim, Başbakan ve/veya Cumhurbaşkanının tabirleri ile "hamdolsun, hamdolsun, bu film hayırlara vesile olsun"


Cumartesi, Kasım 01, 2008

Doğum günü


Yarın benim doğum günüm,

Yarım asırdan fazla bir süredir dünya üzerinde bulunmuş oluyorum.

Benim doğduğum, çocukluğumun geçtiği ve hatta gençliğimdeki dünyadan çok farklı bir dünyada yaşıyorum. Gene de her gün yepyeni umutlarla, öğrenme isteğiyle, anlama isteğiyle yaşıyorum.

Sevgili doğum günlerimi adeta "kutlu doğum haftası" haline getirir her sabah hediyeler ve doğum günü şarkıları ile uyandırır beni.Şenlikler yapar, beni el üstünde tutar, umarım hiç eksikliğini görmem bu hayatta...
Sevgil'den büyük bir hediye var mı? bana Tanrı'nın bir lütfudur o...İyi ki var hep olsun her gün güneş gibi doğsun bana.Bir de Aliş getirsin tabi....
Kızlarım ayrı hediyedir hiç eksik olmasınlar.
Umarım hep genç kalırım hep işe yararım.