Pazartesi, Ağustos 30, 2010

30 Ağutos

Yaş kararları, kim Genelkurmay Başkanı olacak, referandum, imamlar, cemaatler, şeyhler,  falan derken, unutturulmaya çalışılan bayramlardan biri, 30 Ağustos geldi, baktım ki halk unutmuyor her taraf bayraklarla donanmış...
Bir tek Başbakan unutmuş herhalde ki, törende herkes varken o yoktu..

Büyük Atatürk'ün komuta ettiği ordumuzun, başkomutanlık Meydan Muharebesini de içinde bulunduran savaşlarının sonucu 
30 ağustos 
kutlu olsun, 
unutmayacağız.. 

Salı, Ağustos 24, 2010

Mangal yakma avamlığı

Bu her gidilen yerde mangal yakma alışkanlığını pek avam bulurum, nedir öyle pılıpırtı herşey yanında, tüpler, çaydanlıklar, tepsiler ve illa da bir mangal. Heryerde muhakkak hazır ve nazır. 
Benim çocukluk ve gençliğimde Istanbul'da yapılan pikniklerde bir sepet ve içinde evde hazırlanmış soğuk yiyecekler olurdu. Mesela, kuru köfte, katı yumurta, sağuk sandviçler, sigara ya da muska börekleri, nadiren z.yaglı dolma gibi. Meyve  olur ise elma gibi kolay yenecek şeyler tüketilirdi. Minimum çöp oluşur, kullanılan servis malzemeleri ve örtü evde yıkanmak üzere bu mütevazı sepete konur dönülürdü. O zaman et daha da ucuzdu allaha şükür et alacak paramız da vardı ama kimsenin seyyar köfteci dükkanı gibi gezme tabiatı yoktu. Herneyse, pek çok şey gibi piknik kültürümüz de değişti.... 


Yazları bulunduğumuz Heybeliada ile ilgili güzellemelerimi bilirsiniz. Tabiatı itibarıyla dünyadaki cennetlerdendir.Yüzölçümüne oranla en yoğun ormanlık alan adamızda bulunur. Bol ve gür ağaçları, coğrafi yapısı bakımından dik yarlarla denize ulaşan ormanları muteşemdir. Her gün her saat resim çekseniz gene doyamazsınız. Bilhassa Anadolu yakası kıyılarından baktığınızda ormanlık alan olarak görünen doruğunda Ruhban Okulu'nun da bulunduğu 85 metre yüksekliğimdeki Ümit ya da Papaz Dağı isimli tepe ve sahili adanın diğer yerlerine nazaran iskelelere daha yakındır. 
Batı kıyısında  Değirmen Burnu da bulunur, ki burada adanın şu anda da görülebilen tek  değirmen kalıntısı vardır. İskelelere yürüme mesafesindeki bu mesire yeri özellikle cumartesi ve pazar günleri bolca günübirlikçi ağırlar. Elbette yukarıda sözünü ettiğimiz mangal yakma işlemleri de burada bolca yapılır. 

Düşününüz ki mangal ormanın içinde yakılmaktadır. Al gözüm seyreyle.....
Heybeliada'da çıkacak bir orman yangını tabiat felaketinin ötesinde adeta bir kıyamet olur. Ne yazık ki orman işletmesi kendi içinde böylesi bir eyleme izin vermek gafletindedir.
Resimlerde, orman içinde mangal verileceğine ait tabelayı, orman işletmesinin burada ateş yakmayın tabelasının altındaki mangalları ( pisliği de cabası) ve bu ormanın denizle kavuştuğu sahilin güzelliğini görmektesiniz.
Ne diyeyim Allah islah etsin. (resimleri tıklarsanız daha büyük görebilirsiniz)
Bu notu bir gün sonra yazıyorum Adalar belediyesi dün itibarıyla mangalı yasakladı ....

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

Dandik Üniversiteler

Haber CNNtürk'ten,

Türkiye'de neredeyse her gün bir üniversite açılır oldu. Ancak bu üniversitelerin çoğu yetersiz kaynak, olmayan eğitim görevlileriyle lise düzeyinin üzerine çıkamazken "Dünyanın En İyi Üniversiteleri" listesine sadece 1 üniversiteyle girilebilmemiz de "gecekondu üniversite" sisteminin yanlışlığını bir kez daha gözler önüne serdi.


Başbakan Tayyip Erdoğan bir konuşmasında iktidarları döneminde 63 üniversite açtıklarını söyleyip bununla övünürken bir başka konuşmasında da "Her üniversiteli iş bulacak diye bir şey yok" diyerek mantar gibi kurulan "gecekondu üniversitelerden" mezun olmanın iş bulmak için yeterli olmayacağını bir nevi itiraf etmişti.

Gecekondu üniversitelerin sayısı artarken eğitimin kalitesindeki gerileme ise sürüyor.

Her yıl yapılan dünyanın en iyi üniversiteleri seçiminde Harvard Üniversitesi 8. yılında da birinci olurken, Çin'deki üniversitelerin yüksek performansı dikkat çekti. Türkiye'den ise listeye giren tek üniversite 424. sıradaki İstanbul Üniversitesi oldu.

2003 yılından bu yana Şanghay Ciao Tong Üniversitesi'ne bağlı bir merkezin yaptığı araştırmada, bu yıl ABD ilk 10'a 8, ilk 100'e ise 54 üniversitesini sokarak, listenin en iddialı ülkesi oldu.

Hani gençlerin ve ailelerin yıllarca daralıp, hayat memat meselesi yaptıkları girilemeyince büyük acılar yaşanan üniversitelerimizin durumu bu...

Şans eseri İstanbul Üniversitesini kazanırsan işte dünyadaki 424. önemli okuldan mezun biri olacaksın...

Hani nerede adı sanı şanı kendinden menkul vakıf üniversiteleri falan, havalar binbeşyüz ama esamesi bile okunmayan kazıkçı eğitim kurumları...

Hani Başbakan diyor ya dünyanın 17. ekonomisiyiz diye, al gözüm gör üniversiteler (biri hariç) klasmanda bile yok...

 Vah vah...

Salı, Ağustos 17, 2010

soy...soy...

“.............. tutturmuşlar ‘Başbakanın boyu ne kadar?’ Yahu bu sorulur mu Başbakana? Ama çok merak ettin, söyleyeyim; 1,85. Tepe tepe kullan. Peki, benim boyuma yetişemezsen halin ne olacak? Ben buradan muhaliflere sesleniyorum; önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy!”

Bu sözleri kimin söylediği malum, ama bu önemli değil. İçinde yanlışlıklar bulunan bir söylem bu, kim söylese karşı çıkmak ve de ayıplamak lazım diye düşünüyorum.

Birincisi "boy "meselesini ortaya atan kişi muhalefetten değil, muhteremin tam yanındaki bir ağabeyi.

İkincisi mesela Başbakan bir hastaneye gidip muayene olsa ona başbakan olduğu için boyunu soramayacaklar mı ??

Üçüncü ve acıklı olanı şu, "soyyyy... soy ! " meselesi türkçe'de "soymak " fiili üzerinden birşeyler çıkartmak, elbise çıkartmak ya da bir bitkinin kabuğunu çıkartmak veya hırsızlık eylemi olarak kullanılıyor, acaba bunu mu kast etti ? bir de başka anlamı var o da ailenin ait olduğu yapı, ya da bu kast ediliyor.
 
Ben Cumhuriyet Türkiye'sinde üstün bir soy bulunduğunu bilmiyordum, demek ki varmış ve kastedilenler daha aşağı bir soydan geliyorlar anlamı çıkıyor. Adeta Hindistan'daki "kast" sistemi gibi birşey bu....Bunların haricinde vaktiyle üstün ırk iğrençliklerini falan hatırlatıyor bana....Yok canım zannetmiyorum böyle bir soy kavramından bahsedilmemiştir ben yanlış anlamışımdır muhakkak....

Bu şekilde düşünecek olursak ise çok ayıp, hatta herhalde İslam'a göre de böyle bir betimleme günah sayılsa gerek zira kullar eşit olarak yaratılmıştır diye bliyorum.... 

Her türlü ayıp ve çirkin buldum, ayrıca bunu çılgınca alkışlasyanları da garipsedim doğrusu; eğer bir izah tarzı var da duymadımsa bilemem tabii....
Tabii havaların çok sıcak olması da bir etken olabilir.. Ancak halkımız daha yüksek düzeyli bir politik tartışma duyarsa karar vermede adam yerine konmuş olur bu tüm parti ileri gelenleri için geçerlidir...
Vah vah... 

Pazartesi, Ağustos 16, 2010

Annelik.....

Bu annelik ne kadar muhteşem birşey. Karşılıksız koşulsuz sevginin tek ve en güzel örneği...
Sevgiliye bakıyorum, onun artık gecesi gündüzü Aliş, hem de hiç bıkmadan usanmadan tek bir kelime etmeden.
Üstelik yaşam programını alt üst etmeden. Her şeyi bir program dahilinde yapıyor ve yetişiyor. Erkek halimle benim yapamayacağım şey bu.
Tüm saatleri belli hiç bir şey aksamıyor. Maşallah demekten başka birşey kalmıyor bana.
Şurası kesin ki bir annenin verdiğini başka kimse veremez ... Elbette babalar da çok severler içleri gider ama anne bambaşka birşey...
Bu muhteşem tabloyu aşkla izliyorum..... Zira kelimelere dökmek imkansız...

Salı, Ağustos 10, 2010

HAP MESELESİ

Malumunuz  kalıtsal olarak tansiyon problemim var, tansiyonumu kontrolde tutmak  için bir, kalbime  zarar vermemesi için bir ve de kanımı sulandırmak  için de bir ilaç almaktayım.

Öte yandan başka bir sorun için ilaç almam gerekirse almakta olduklarımla  uygunluğunun olması gerektiğinden  mesela dişim yapılırken bile ne ilaçlar kullandığımı beyan ederim.


Tamamı için tek bir "hap" yok. Sağlıklı kalmak için her problemin doğru ilacını ya da tabir caiz ise "hapını" almak gerekir. Tek bir hapla tüm vücuda fayda vermek ancak palavradan "padişah macunu" ile olur. 


Bu nedenle bir açıklamasında paketin herşeyi iyi edecek bir hap olduğunu iddia eden  kişiye elbette inanmam. Her bir konuyu ayrı ayrı getirebilme cesareti olabilseydi evet de diyeceğim hayır da diyeceğim maddeler olurdu. 
Şimdi  bir taraftan iyileştirirken  diğer taraftan hasta edecek ilaca nasıl evet diyeyim?. 

Bu durumda en iyisi ben bir başka doktora görüneyim o zaman kadar da bu "hapa" hayır kalsın diyeyim....

Çarşamba, Ağustos 04, 2010

ticari taksi

Hani şu sağa park eden arabaları çeken, oradaki trafiği yolun ortasında durarak daha da beter tıkayıp, teleşla, arabanın sahibi gelmeden çekmeye çalışan, trafik polisi mi ? ne olduğunu anlamadığım eleman, oparlörden bağırır, "ticari taksi sağda durma"... Ya da polis telsizlerinden aynı kelimeyi duyarsınız "ticari taksi"

Ne : "Ticari taksi"

Yani bu taksilerin ticari olmayanı da mı var? yani mesela taksiyi çeviriyorsunuz şoför diyor ki "abi para almıyorum, ben ticari olmayan taksiyim".... Hakikaten bunlardan var da bana hiç mi rastlamaz?....

Arkadaşım bütün taksiler ticaridir, ticari olmayan taksi yoktur, hay dilinizi eşek arısı soksun. sadece taksi diyeceksin orada ticari demeye lüzum yok... İllada ticari lafını kullanacaksan ticari vasıta araç de....

Pazartesi, Ağustos 02, 2010

60 yıllar filmleri

Bazı geceler, uykum geç geliyor, sevgili de süt sağmak ve Aliş peşinde koşmaktan yorgun düşüp uyuyunca, sıcağın da etkisi ile balkonda oturup manzarayı seyrediyorum keyifle.


Aslında adada oturduğumuz ev ve cıvarı bana 60 lı yıllardaki Göztepe, Çiftehavuzlar, Erenköy, Caddebostan'ı hatırlatıyor. Bir de açık sinamalar olsa tam olacak.


Sinemalar dedim de balkonda manzara seyri faslım bittiğinde nadir de olsa Tv'ye bakıyorum, özellikle 60 lı yıllardan kalma bir film varsa muhakkak durup izliyorum.
Nedendir bilinmez o filmler bana daha daha çok keyif veriyor belki alışkanlıktan olsa gerek.


Bir kere o filmlerde fuzuli şişirilmiş görsel efektler, kafayı allak bullak eden sayısız karakterler yok. Benim gibi karmaşayı sevmeyenler için daha yalın filmler.


Keyifli polisiyeler, James Bond, Flint gibi casus filmleri, rahat salon komedileri, II dünya savaşı filmleri... daha niceleri, benim için pek güzeldiler.


James Bond'un Sean Connery olduğu dönemler. Elbette James Bond'u herkes tanır ama mesela bir Flint vardı James Coburn oynardı, hiç unutmam kolundaki saatten çıkan bir mekanizma kalbini durdurur kısacık ama tam dinlenir gene aynı mekanizma kalbiri çalıştırır işlerine devam ederdi... Vaaay teknolojiye bak... 


Yandaki resimde gördüğünüz soğuk ama esprili karakter Flint


Sonra Matt Helm... Dean Martin'in canlandırdığı sulu ajan, nedense her film Las Vegas'ta çekilir gibiydi ... Güzel sarışınlar ve vazgeçilmez viski bardağı şu afişe baksanıza 


Sıkılmadan zaman  geçip gider....


 Aman hem seyredeyim hem düşüneyim falan demezsin seyreder güzel vakit geçirir sonra çıkar yaşama dönersin.
Tabi küçüksen bir müddet o karakter olduğunu zannedersin
Ama hayat zannetmez.... 

Bir de 60 ların vazgeçilmezi vardı Louıs De Funes, ne yazık ki sinema kanallarında onun filmlerine pek rastlayamıyorum. Aslında muhakkak dvdleri bir yerlerde bulunur, bulsam hemen talip olacağım... Diğer bir ünlü komedyen Bourvil ile olan bir iki filmine kadar da güzeldi. Basit vodvillerdi belki ama ben özlüyorum...






Bizde Çılgın Dünya adı ile gösterilen It's a mad mad mad world isimli bir film vardı ki herhalde 20 kere gitmiş her defasında gülmekten çatlamıştım ne filmdi yahu... 


Bir sürü Rock Huson, Doris Day filmeri...


Elbette pek çok ağır ingiliz ve fransiz filmleri...


Mihael Caine'in Harry Palmer olduğu filmler ....


Vazgeçilmezim  Peter Seller's ve Pembe Panterler...




Dick Van Dyke ya da  Julie Andrews'li çocuksu filmler...


Kimbilir daha neler neler ben hala daha keyifle seyrediyorum.....