Çarşamba, Aralık 31, 2008

hoşgeldin 2009



2004 yılının bu gününde öğleden sonra saatlerinde çok kıymetli bir söz vermiştim. Sözümü tuttum. Daha da yıllarda tutacağım.....

2008 bizim için çok güzel geçti dersler aldık, güldük, eğlendik,bolca gezdik veeeeee evlendik. :)

Ders aldığımız sıkıntılarımız oldu ama hepsini paylaştık, sevgimizi ve emeklerimizi eksik etmedik . Ben değil biz oldum çok şükür.

Bize, tüm sevdiklerimize , dostlarımza, herkese mutlu, başarılı, sağlık, tatlı sürprizler, keyifler dolu bir yeni yıl dilerim.

Cuma, Aralık 26, 2008

Simiti ve dayı


Bu bir fıkra değil gerçek bir olay.

Başvekil, zannederim dün, yolda bir simitçiye demiş ki,

- Oradan bir simit ver yeğenim,

simitçi vermiş simidi ve demiş ki ?

- Para istemez benden olsun dayı !

hoşuna gitmiş bu tavır Başvekilimizin ve çıkartıp 100 YTL vermiş simitçiye

Bence işin temel anahtarı şu kelimede "dayı"

Demek ki ne demek lazım ?

"Dayı"
Simdi bütün simitçiler, Başvekili kollar artık ah biz de bir simit satsak diye. Ben de bekliyorum küprüde falan trafik tıkamdığında yanımdan geçerse " dayı " şeklinde seslenip sempati toplamak için.

Perşembe, Aralık 25, 2008

Başvekil

Muhterem Başvekil,
Vallahi tebrik etmek lazım,
Hem İmam ve hatip ve armatör babası ve medya patronu kayınpederi ve tüccar ve ekonomist ve mühendis ve geometri öğretmeni ve savcı ve avukat ve doktor ve psikolog ve başvekil ve parti başkanı, ve meb'us ve kimbilir unuttuğum daha neler neler.
Eline su dökülmez bir koltuk altında sayısız karpuz.
Maaşallah, maaşallah, allah artırsın...
Bizim Başvekil...

Pazartesi, Aralık 22, 2008

Bağdat Cadde'sinde bir kare



Geçen gün Sevgili, büyük kızım Ayşe ve ben yürüyorduk, bu manzara çıkıverdi karşımıza, Ayşe deklanşöre bastı buyrun resim, yorum sizin

Pazartesi, Aralık 15, 2008

iyi ki doğdun canım sevgili


İYİ Kİ DOĞDUN CANIM SEVGİLİ

İYİ Kİ BENİ BULDUN

İYİ Kİ EL ELE GİDİYORUZ HAYATTA

İYİ Kİ

İYİ Kİ

VE

DAHA YILLARCA

Çarşamba, Aralık 03, 2008

Bankalar ve Kredi kartı meseleleri

Dün canım sevgili ile Teknosa'ya gittik, O, ofis için ufak tefek birşeyler alırken ben de muzur muzur elektronik aletlerin arasında dolandım. Dikkatimi bir şey çekti, aşağı yukarı her malzemenin üzerinde, "...... karta altı ay taksit altı ay da karttan" yada "........ karta %... iskonto" vesaire yazılar vardı.

Durdum, dedim ki yahu ben nakit ödesem bunu bir iskontosu yok mu? hayret yoktu, yani karta iskonto yapan mağaza benim nakit parama iskonto yapmıyordu arkadaş belki Türkçe söyledim diye anlaşılmamıştır
" cash... cash..." yani keş yada eski tabiri ile "tiko para" ... yok olmuyor. Yni nakit paramın, yani aslında cebimde sahip olduğum değerin hiç bir önemiyok, mağaza benim cebimde olmayan hayal bir parayı daha çok seviyordu, allah allan!

Lanet olsun dedim, neden herşeyimi kredi kartı ile alıyorum, neden bu batağa saplanmam için devlet te dahil olma üzere her otorite üzerimde. Haydi devleti anlıyorum, karttan kolay takip ediyor ve kayıtlı ekonomiye geçiriyor, diğer yandan seni kişi olarak ta takip ediyor, yani zaten devletin adı önemli olmayan sadece numaran ile bildiği bir kulusun ya o da seni kartla da kontrol altında tutuyor, yani açıkçası telefon dinlemek gibi bir şey.

Lanet olsun be, herşeyim kontrol altında, Yanlış anlaşılmasın her türlü hesabı kitabı açık devlete vergisini çalışma hayatı boyunca köle gibi ödemiş, emekli olmuş her türlü gelirinden ve hatta giderinden ( zira kira stopajı da ödüyorum) vergi veren temiz işlerle iştigal eden biriyim. Ama bu kadar kontrol altında olmak felaket bir baskı.

Düşün cebinde paran var, "yok kartla öde" deyip türlü numaralar cevirip, ödeme de zorlandığında gırtlağına kadar çöküyorlar Başbakanın tabiri ile "ümüğüne" lanet olsun.

Diğer taraftan kartını kullandığın banka senin her şeyini biliyor, nereden yer içersin, hangi marketten alışveriş yaparsın, hangi eğlence alışkanlıkların vardır, hangi tuvalet kağıdını kullanır, ne marka şarap içersin'e kadar. Yani bu kadar "Truman Show" filmindeki bir tiyatroyu reva görüyorlar bize.... lanet olsun.

Bu konu ile kafam meşkulken mevduatım olan Yapı Kredi bankasına gittim, 500 lira bir param vardı ( vergisi aslanlar gibi verilmiş) çekeyim de yarın işyerimin kirasina katayım dedim.

Bankamatikte bir de baktım ki 477 lira var, ne bu diye işlemlere baktım, banka kesmiş, işlem bedeli falan gibi bir de komik adı var, yahu el insaf, sen kimsin de benim paramı kseiyorsun be hey deli dumrul.

Ama böyleymiş o hiç okumadığımız minicik yazılı kağıtlara imza atarken bunlara da imza atıyoruz haberiniz olsun. Biliyormusunuz yılda 54 lira kesiyorlar bu isim altında, düşünün 10 milyon hesap olsa ne para kazanıyorlar üstelik benim alnımın akı ile eşek gibi çalışıp kazandığım paramdan.

Bir örmek belki daha da çarpıcı olabilir. Bir çocuğunuz var istiyorsunuz ki tasarrufu öğrensin. Bankaya 50 lira yatırıyorsunuz her ay, o a çekip okulu için kullanıyor, her sene sizin çocuğunuzun bu rızkının bir adedini banka sizde alıyor. Ödemezseniz hesap eksiye geçiyor, ve katlanarak alıyorlar bu parayı sizde.... Vergi falan değil ey halkım bankanın cebine ödüyorsunuz... ne için ??? sizin paranız orada durduğu için çüüüüüüüüüüş.....

Bence çalıyor yuh olsun. Gözlerini hiç birşey doyurmuyor. Doğruca açıldığı 1960'ların sonundan beri hesabım olan Çiftehavuzlar şubesine gidim hesabımı kapattım, bilmediğim 2 hesabım daha çıktı onları da kapattırdım, oradan Finansbank'a orada da yılda 40 küsür lira olduğunu öğrendim vakit darlığından kapatamadım hesaplarımı bugün onu da yapacağım keyifle, mutlulukla, oradan da Garanti'ye ..... Tek bir hesabı Ziraat Bankasında tutup bu hayâsız soyguna en azından bir miktar dur diyeceğim.

Size soru acaba gittiğiniz tatil yerlerinde, durup, para ödemeden sereserpe denize girebileceğiniz bir kıyı kaldı mı? yok değil mi bir düşünün tabiat bile satılıyor size siz de ( ben de tabi) keriz gibi dünyanın bahşettiği nimetleri mal bulmuş mağribi gibi almaya devam edin. Müstehaktır efendim.

Neyse, kalamar yiyin kalamar, ....

Pazartesi, Aralık 01, 2008

Yumurta


Ne kadar da güzeldir, özellikle sabah kahvaltısında, şöyle insanın isteğine göre hazırlanmış bir yumurta....

Ne kadar lezzetlidir, ona taptaze ekmeği banmak, sarısını patlatıp, onu ekmeğe emdirmek ve büyük bir afiyetle yemek.

Ben, belki de annem sebebi ile çocukluğumdan beri bayılırım bu tabiatın muhteşem olayına.

İşte belli yaştan sonra, özellikle yumurta ve bilhassa onun bayıldığım sarısından ayrılmıştım. Genetik yapım ve kararsız tansiyonum nedeni ile kolesterolüm normal olmasına rağmen doktorların kesin kararı ile yıllar önce yumurtayı neredeyse tamamen kaldırmıştım hayatımdan.

Daha sonraları yetti deyip sene de çok çok 1-2 yumurta yer olmuştum, ama her yediğimde sanki zehir yiyormuşum gibi bir içsel sıkıntı ile.

İşte bu muhteşem gıda artık aklandı, doktorlar, onun abartılmamak kaydı ile ama muhakkak yenmesi gerektiğini söylüyorlar, özellikle omega-3'ten zenginleştirilmiş yumurtanın nerede ise kalp dostu olduğunu...

Elbette, bol tereyağında kızartarak veya bol sucuk ile ya da çiğ yenerek değil.

Tavada ise az bir miktarda sıvı yağ ile ya da tefloda tamamen yağsız olarak ya da en iyisi rafadan yani haşlanarak..... Çocuklara her gün bir tane büyüklere haftada 2-3 adet....

Ohhhhh yahu çok şükür çocukluğumdan beri en sevdiğim şeylerden birine gene kavuştum, daha doğrusu artık yediğimde suç işler gibi değil tamamen keyif alarak... Kayısı... rafadan.... çılbır..... daha neler neler....
Tüm annelere tavsiye çocuklarınıza fast food yedireceğinize her gün bir yumurta yedirin.

Sağol Doktor Öz, güzel haberlerin (Yogayı da tavsiye ettiğin) için....

Salı, Kasım 18, 2008

Vapur


Sabah havai fişeğim sevgiliye kahvesini hazırlarken camdan baktım. Eskiden adı İnciburnu ya da Sedefadası olan (şimdi bu iki kardeş geminin de adları değişti) vapur, nedendir bilinmez ağır yolla, sahile paralel süzülmekteydi, gip gri deniz ve siyaha çalan gökyüzünün altında. Bütün ışıkları yanıyordu dürbünle baktım da pek yolcusu da yoktu hani. .... Hatıralarım canlandı......

Güzel şehrimin aksı böyle yamulmadan önce, iş ve yerleşim merkezleri nisbeten belirli yerlerdeyken. Benim gibi anadolu yakasında oturanlar için vapur çok önemli bir olgu idi. Bir araçtı demiyorum bilhassa, zira bir olgu idi gerçekten.

Bir kere belediyeye ait değildi o zamanlar, iskelelerinde iç içe geçmiş iki çıpanın ortasında Ay-Yıldız olan kırmızı beyaz bayraklı, TC Denizcilik Bankası TAO'ya bağlı Şehir Hatları işletmesine aitti onlar. Devletin gerçekten sosyal devlet olup, halkını kaz gibi yolunacak bir meta gibi görmediği zamanlardı. Devletin tüccar, herşeyin karlılık oranı olmadığı, en azından devletin halkını kolladığı zamanlar.

Onlar vapur idi halk dilinde, gemi demezdik, vapur..... biraz yaşlıca İstanbul hanımları ise vapor derlerdi. Fransızca "Buhar"dan, "istim"den gelirdi bu ad ya kimseler bilmez.... irili ufaklı çeşitliydiler ama gene de birbiri ile kardeş aynı yapı tipinde her tipten de birkaç adet olmak üzere hizmetteydiler.

Boğazda upuzun silindirik bacaları ile kömürlü vapurlar işlemekteydi, bunların çoğu 1920'li yıllar yapısıydı. Numaraları da vardı onların, 68, 71, 74, Güzelhisar, Altınkum, Halas ve benzerleri....Narin yapılı tekneleri ve pek mahir kaptanları vardı ... Rivayet odur ki, geçerken yalının o kadar yakınına kadar gelebilirlerdi ki oradan verilen, kahveyi veya baklava tepsisini alabilirlerdi.Boğaz iskelelerine devletin vapuru yanaşırdı şanıyla şerefiyle, şimdiki gibi yolcu motorları değil
Özlellikle Kadıköy-Karaköy vapuru önemli bir vapurdu, insanlar, 7.15 yada 8.00 vapurunda buluşmak üzere randevulaşırdı, ya da vapur iskelesinin saatinin altında... Her bir vapurun kendi karakteristiği, sesi, kokusu vardı, bir nevi canlı varlıktılar ( bu nedenle madde olmasına rağmen ingilizcede gemiye "it" değil "she" denmesine bayılırım)...

Bilhassa çocukluğumda ve ilk gençliğimde İngiltere'de Glasgow tersanelerinde yapılmış yepyeni olanları vard; İnkılap, Turan Emeksiz, Pendik, İhsan Kalmaz gibi....onlar da buharlıydı ama buhar kazanları fuel oil ile çalıştığından kömür dertleri yoktu, bize adeta yepyeni bir transatlantik gibi gelirlerdi. Heybetli bacaları vardı onların, Altıyola'a geldiğinizde, Kadıköy iskelesindeki (elbette eski iskele) vapurun heybetli bacasını görürüdünüz.












Giriş katının altında sonradan tamamen kapatılmış olan, salonlara giderdik talebeyken, kış günleri Turan Emeksiz
burası sımsıcak olurdu, orada sohbet,
muhabbet eder, vatan kurtarırdık.

Daha da önce annemle İstanbul'a gittiğim (zira karşıya geçmeye İstanbul'a gitmek denirdi) dönemlerde, arkadaki lüks mevkide otururduk, buraya gelen görevli bir liralık kağıt biletleri inanılmaz şık bir hareket ile koçanından kopartır, bir de ortadan yırtardı...

70 li yıllarda okul dünüşü, öğlen saatlerinde makina dairesine yukarıdan bakardık sevgili arkadaşım Mete'nin kız arkadaşını beklerken, yemek pişerdi koskoca bir tepside ne kadar da güzel görünürdü o saatlerde aç olan bizlere....
Yaz günleri sabah vapurunun üst kattaki açık bölümü keyifli olurdu. O vapurlarda kaptan köşkünü de gören tek kişilik oturma yerleri mevcuttu. Buraya oturur cam bardaktan vapur çayımı içerken, sabah simidini yer bir yandan da tertemiz her yeri pırıl pırıl olan ve hatta saksılı çiçekleri bulunan kaptan köşkünde, her bindiğimde aynı rirüellerle yapılan kalkış ve yanaşma manevralarını izlerdim. Kaptanlar yazları, bembeyaz gömlek ve pantalonları ile pek heybetli olurlardı. Akşamları, geceleri her vapur muhakkak burnundaki projektörleri yakarak yoluna bakardı, bunların bazıları elektrikle yönlendirilirken, bir kısmında ise minik bir kulübe ve onun içindeki görevli gösterirdi etrafı kaptana....
Bir de lodos zamanı vardı vapur kalkabildi ise özellikle Haydarapaşa mendireğinden çıktığında Sarayburnu açıklarında çılgınce sallanırdı, gençlik işte bayılırdım.....

Sisli günler bir başka olurdu öylece iskele yada cıvarında oturulur sisin kalkması beklenirdi, Fellini filmlerinde olduğu gibi.

Bir kötü tarafı salonlarda sigara içilmesiydi, ben sigara içmediğimden özellikle ayazın,yağmurun hatta karın olduğu günlerde en keyif aldığım şey vapurun arka sahanlığına gitmek ve orada durmaktı, soğuk olduğundan buralara kimseler itibar etmez, ben tertemiz havada kimbilir neler düşünürdüm, severdim orada yanlız kalıp hayallere dalmayı, hayat pek tazeydi daha yapacak o kadar çok iş vardı ki .... hey gidi...

Karaköy iskelesinde bir taraftan Kadıköy diğerinden Haydarpaşa vapuru kalkardı, Haydarpaşa vapurları vardı, hantal ama çok güzel "Ülev" ve "Suvat", Kadıköy vapuru kaçırıldığında can kurtarırlardı...









Suvat

Bir de "bahçe" tipi ada vapurları vardı muhteşem dizaynları inanılmaz güzel siluetleri ile mest ederleri bakanları,
"Fenerbahçe"
Dolmabahçe, Fenerbahçe, Paşabahçe.... Dolmabahçe zaten 90 lı yıllarda haince hurda edildi, Fenerbahçe bu yaz halen çalışmaktaydı ama maalesef sonbaharda iskeleye çekildi, bir tek Paşabahçe kaldı yadigar o da yakındır.....

İşte o şahsiyetli vapurları Marmara sisi bir bir alıp götürdü, gençliğimizi oradaki hayallerimizi, okul günlerimizi, koşturmalarımızı, üniversite günlerimizi, yeni yetme çalışan insan olduğumuzda geç kalmamak iç,n iskele verilmeden atlamalarımızı, iş yorgunu dönüşlerde kalabalıkta merdivenlerde oturmalarımızı, kimbilir daha neleeeer neleri.... hatıralar kaldı, hepsi güzel çok şükür.... Güle güle vapurlar, biz..... şimdilik buralardayız.

Cuma, Kasım 14, 2008

RTE & OBAMA muhabbeti

Yahu gündemi geriden takip etmek belki ama Mustafa!ydı, 10 kasım'dı gibi çok önem verdiğim konular varken elbette çok arka planda kaldı benim için.

Fehmi Koru namı ile maruf ya da Taha Kıvanç müstear adı ile yazılar kaleme alan bayağı dinci ve fekat liberal bir gazete yazarı demiş ki, " RTE, Obama gibi geldi, şimdi Bush gibi oldu", vaaay sen böyle mi dersin, ertesi gün Başvekil, çok kızdı ve dedi ki, "Sevsinler seni...... yazıklar olsun sana" belli ki hiç hazmedemiyeceği bir yerden gelen bu tavır, zat-ı şahaneyi fazlasıyla üzmüş ve kızdırmıştı.
Eee haklı yahu, ilahi Fehmi/Taha bey kardeşim deli misin divane misin ne istedin durup dururken?, şimdi TC Başbakanlık uçağındaki maroken döner koltuğa oturup seyahatler ederken ab-ı hayat tadında şerbetleri yudumlamak, huzur içinde güneşin batışını izlemek,VIP salonunun mescidinde mübarekler ile namaz eda ve hatta tesbîh etmek hayal oldu sana... Devletlû ile şakalaşmak, arada iltifatlarına mazhar olmak hayaaal
Eyvaaah, çar naçar düzeltmelere kalktı ama "geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye" vah ki vah. Vallahi üstad işiniz zor, muhtemelen gönül ah-ü zâr içindedir heyhaat, Zülcelal hazretleri yardımcınız olsun.... Amiiinnn.
Oysa efendi gibi otursana muhterem, sana ne Obama'dan Bush'tan mirim azizim. Sen bu gül bahçesinde neden istikrarsızca fikirler beyan ediyorsun, Allah bilir akreditasyonun falan da iptal edilir.
Recep Erdoğan bey ertesi gün dedi ki, "ben kimse değilim RTE'yim", evet haklıdır, hep öyleydi ve dahi hep te öyle kalacak ben, O'nu gelirken Obama gibi zannedenlerin aklına şaşıyorum ve minel garaip.
La havle yahu...Acaba bir asabiyye mütehasısına mı görünsem ne?

Pazartesi, Kasım 10, 2008

10 kasım bugün


Halkının hizmetindeki Büyük Adam,
Aklın, aydınlanmanın yılmaz ışığı,
Bilginin, müspet ilimin, önderi
Hala bizden ileride düşüncelerin sahibi
Doğru ve güzel insan,
Gösteriğin yolda, izindeyiz,
Bunca yıldır ve sonsuzca;
Yılmadan, bıkmadan tüm olumsuzlukara karşı.
Bedenin rahat uyusun ama fikrin hep kamçılasın.

Perşembe, Kasım 06, 2008

Hangi Mustafa


Benim için o hiç bir zaman Mustafa olmadı, hep Mustafa Kemal ATATÜRK oldu. Onunla gurur duydum, memleketimin en korunulası hazinesidir, hep öyle kalacaktır, kim aksini becermeye çalışırsa çalışsın..............

Onun insan olduğunu hep bildim, bilirim.

Benim için dogma değildir, tanrı değildir, etiyle kemiği ile insandır, ama aklıyla fikriyle öngörüleri ile liderdir.

Benim için mühim olan onun güzel fikirleridir, memleketimi kurtarmışlığıdır, ortaya koyduğu büyük eserdir.

Geri kalan ise kendi tabiri ile
"elbet benim naçiz vücudum elbet birgün toprak olacaktır"dır

Ama toprak olmayan fikirleridir. Eserleridir. Beni bu gün medeni insan yapan akıl almaz hüneridir ki hala dünyanın çoğu akıl erdirememiştir.

Zamanında yaşamış adı diktatör vs olan adamlar için artık kimse bir tek kelime etmezken doğumundan yüz küsur, ölümünden 70 yıl geçmesine rağmen hala konuşulmasıdır.

Savaş krizini yönetişindeki muhteşem üstü başarısıdır. İktisadi kriz dönemindeki muhteşem karma ekonomi modelidir. Devlet krizindeki maharetidir.

Karanlığa, dogmalara bunların devlet olarak yönetimine karşı çıkması, devleti akılcı ve laik olarak sosyal bir hukuk devleti yapması, memleket insanını ezik bir kulluktan çıkartıp bir vatandaş yapmasıdır. Dini bireyin kendi vicdanına bırakan bir sistemi getirmesidir.

Daha sayacak pek çok şey var. Buraya sığmaz.

O saydığım, sevdiğim, hürmet ettiğim, fikirlerinden feyz aldığım benim gibi insan olan ama farklı olandır. O fark onu "Kemal" yapmıştır

Mustafa filmine gittik sevgili ile. Filmin yapımcısı kendisinin ezik ve naif halini o melankolik romantizmini ve ağlak hitabetini koymuş, kendisinin gördüğü tarafları ile bir Mustafa yaratmış zaten Kemal diyememiş bir eziklikte.

Alkollü, ağlak, kadın avcısı, marazi, intikamcı, yanlız, arkadaş katili bir adam çizmiş.

Kızdım ama durdum ve dedim ki bu yazardan bu kadar Mustafa. Kendisi gibi birini tasvir etmiş herhalde. Kastı olsa daha iyisini yapamazdı, ama kasıtlı değil çok naif bir bünyeden doğmuş bu film.

İsterdim ki Nazım yaşasın ve o bir Mustafa Kemal yapsın, aynı kareleri koysun ama o anlatsın da çağlayalım gürleyelim.

Mustafa Kemal bile kurtaramamış filmi, son derece aşina olduğumuz resimler, bildiğimiz ama çok eksik anlatım. Tv'lerde bile gösterilemeyecek kadar zayıf bir yapım. Goran bile kurtaramamış hatta.

Ama, iyi ticaret, 29 ekim ile 10 kasım arasında konulmuş bir satış. Bizim gibi Atatürk sevdalılarını avlamak. En çok da 2.cumhuriyetçiler, şeriatçı takımı bayılmıştır. Ben paramı helal etmedim

Analar babalar, öğretmenler, sakın ola ki çocuklarınızı bu garip filme götürmeyin. Size "bana büyük Atatürk deiye anlatılan adam bu mu yahu? diyecektir, ona hayır değil diye ağlaya ağlaya anlatmak zorunda kalacaksınız gerçeği belki.

Haaa benim için güzel olan sevgili Atatürk'ümün yüzünü görmek, kalıbıyla kıyafetiyle güzel olan insanı seyretmek, fikirlerini hatırlamak. Bir de iki ayrı film kesitinde daha önce hiç hareketli görmediğim dedem Cevat Paşa'yı görmekti...



Şimdi Barton, hadi gel biz internet için bir film yapalım tüm kaynaklar benden ( elbette Msutafa filminin yapımcısının kaynaklarından bin kat fazla) sözler ve resimler senden. Hadi bakalım....

Bir söz de canım sevgiliye, sinemalerı hiç sevmediğin halde Atatürk deyip bu filme benimle geldiğin ve bu "eziyete" katlandığın için bin teşekkür.

Ne diyeyim, Başbakan ve/veya Cumhurbaşkanının tabirleri ile "hamdolsun, hamdolsun, bu film hayırlara vesile olsun"


Cumartesi, Kasım 01, 2008

Doğum günü


Yarın benim doğum günüm,

Yarım asırdan fazla bir süredir dünya üzerinde bulunmuş oluyorum.

Benim doğduğum, çocukluğumun geçtiği ve hatta gençliğimdeki dünyadan çok farklı bir dünyada yaşıyorum. Gene de her gün yepyeni umutlarla, öğrenme isteğiyle, anlama isteğiyle yaşıyorum.

Sevgili doğum günlerimi adeta "kutlu doğum haftası" haline getirir her sabah hediyeler ve doğum günü şarkıları ile uyandırır beni.Şenlikler yapar, beni el üstünde tutar, umarım hiç eksikliğini görmem bu hayatta...
Sevgil'den büyük bir hediye var mı? bana Tanrı'nın bir lütfudur o...İyi ki var hep olsun her gün güneş gibi doğsun bana.Bir de Aliş getirsin tabi....
Kızlarım ayrı hediyedir hiç eksik olmasınlar.
Umarım hep genç kalırım hep işe yararım.



Cuma, Ekim 31, 2008

Dün/bugün

Kasım ayının başlangıcı benim için hem keyifli hem de hüzünlüdür, 2 kasım doğum günüm olduğu için, kasımlara heyecanla başlarım.
Ama arkasından gelen 10 kasım, Atatürk kimliğini anladığım günden beri ( ki bu annem ve babam tarafından bana okuldan çok önce öğretilmiştir şükür) hep hüzün verir.
Ben doğduğumda büyük önder öleli 19 yıl olmuş .... Ne kadar az değil mi.?...
Her neyse o gün gene anacağım buradan
Bugün büyük kızım Ayşe bana bir mail göndermiş, bu mailin ekinde de büyük Atatürk'ün cenaze töreninden pek bilinmeyen resimler var. Elbette hepsi de hüzün ve acı dolu...
Benim dikkatimi o dönemin insanları çeker, yani halk, özellikle o dönem türk kadını

işte resimler



Yorum sizin

Teşekkürler Ayşe

Perşembe, Ekim 30, 2008

29 ekim ve etkinlikler

Cumhuriyet Bayramında, Atatürk çocuğu olan bizler, Ata'mıza yaraşır bir faaliyet içinde gururla mutlulukla etkinlikteydik, ne mutlu bizlere....


Sevgili ve Bussad takımı ve diğer takımlar, hatta ferdi yarışanlar heyecanla çoşkuyla şevkle keyifle bu günü kutladılar, 25 yaşından 80 yaşına kadar Cumhuriyet genci insanlar var olsunlar

Sevgili bir sürü yarışa girdi, biraysel yarışlara ve de bayrak yarışlarına madalyaları topladı, ben ise fotograf çekme madalyası aldım sevgiliden.....
Spor'un o dostluk, kardeşlik, gentilmenlik havasının muhteşemliğini sevgili blogunda yazdı, gözlerimiz yaşardı. güğsümüz kabardı ..

heyecandan ben de seneye katılacağım dedim her defasında , o çocukça sevinçleri gördükçe....
Sevgilinin başarılarını göğsüm kabararak izledikçe, hatta adeta yüzme antrönörü havasında "neden oradan dönüşte zaman kaybettin ..." şeklinde havalara girerek.
Büyük Atatürk'ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet'imiz, tüm kahrolası mihraklara karşı ilalebet payidar olacaktır. Onun kuruluşunda bulunan herkese ne mutlu, Cumhuriyet'in, fikri hür vicdanı hür Atatürk çocuklarına ne mutlu.
Ben 40. yılı, 50.yılı, 75.yılı, 85. yılını bizzat yaşamış ve hatırlayan bir Cumhuriyet genciyim, 100.yılı da, görebildiğim pek çok yılı da gururla yaşamak ve onu bizden sonrakilere olamazsa olmazımız olarak devretmeyi vazife addediyorum. O'nu aklımın erdiği fikrimin yettiğince kalbimin çarptığı müddetçe muhafaza ve müdafaa için uğraşacağım.
Zira "muhtaç olduğum kuvvet damarlarımdaki asil kanda mevcut"


Salı, Ekim 28, 2008

ÖZGÜRLÜK

Blog özgürlüğümüze kavuşmamız ne kadar da güzel. Şu anda bu açılmanın hangi mekanizmanın işlemesi ile gerçekleştiğini bilmiyorum, ama nasıl olduysa bunu hayata geçiren herkese teşekkür.
Dostlar, blog konusunda gösterilen dayanışma da gerçekten hayran olunası. Bir dostumuzun eşi şöyle demiş, "doğal gaza her gün deli gibi zamlar geliyor kimsenin sesi çıkmıyor, bloglar kapatıldı herkes isyan etti".... Maalesef haklı elbette.
Blog bizlerin özgürce fikirlerimizi yansıttığımız bir ortam. Buranın açık kalması ise gerçekten kişisel bir özgürlük.
Gerçekten demokratik bir ülkede yaşamak her türlü (elbette ahlaki değerlere bağlı kalmak koşulu ile) özgürlük ve kimsenin kimseyi tahakküm altına almadığı bir ortamda bulunmak 21. yüzyılda Avrupalı olma iddiasındaki bir memleket için, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı muhakkak.

Pazartesi, Ekim 27, 2008

İki resim



Dostlarım,
Sonbaharın başlarıydı, sevgiliyi ofisine bırakıp Bağdat Cadde'sinden yürüyerek kendi ofisime gidiyordum.
Önce önüme bu kedicik çıktı, sahibi tarafından sıkıca bağlanmış bir motosikletin üzerine özgürce uzanmış kendince keyif yapıyordu. Ne güzel dedim ohhh işte budur.
Daha bir kaç adım geçmeden karşıma bu köpecik çıktı, onu çok seven sahibi çok işi olduğu için, onu bir çöp kutusunun yanına bağlamış özgürlüğü kısıtlanmış ve ( hatta eminim ki sahibi hiç farkına varmadan) aşağılanmış bir vaziyette.
Burada mesele kedi köpek değil, resimdeki hayvanları bir şekilde ters çevirebilir, özgür olanı köpek, diğerini kedi yapabilirsiniz.
Evet özgür olanın akşam yemeği garanti değildir, hangi arabanın altında kalacağı, ya da kendinden büyüklerden dayak yiyebileceği, veya herhangi bir belediye tarafından insanları rahatsız etmesi yada kirletmesi sebebiyle, zehirlenmesi ya da çok iyi şartlarda yakalanıp, bir barınağa götürülmesi......
Ama özgürdür O, hür iradesi ile karar verir, gönlünce yaşar. Bireydir, yaşamı için savaşır. kazanır kaybeder önemli değil, özgürdür.....
Dostlar insanlar farklı değildir bilesiniz.
Bilmem hangi konumda olmak isterdiniz.
Bilmem bloglarımız hangi konumda.
Bilmem ...
Bilemem...

Cuma, Ekim 24, 2008

SANSÜR ve BLOG

Dostlar,
Bu da başımıza geldi, mahkemelere bir sözüm elbette olamaz onlar anayasa ve hukukun, kanunların verdiği yolda kararlar alıyorlar ve uygulamalar yapıyorlar...
Ama gördüğünüz gibi bloglar artık sansüre uğradı.
Ahlamanın vahlamanın hiç manası yok dünyadaki birkaç ülke ( iran Çin falan) gibi bizde de sansür kondu, fikirlerimize, düşüncelerimize vah vah.
Ben burada da yazmaya devam edeceğim kendimi özgür hissedebilmek için ama, açık alanda da şu blogda olacağım.

http://ersinsaran.wordpress.com

Orası da sansüre uğrarsa daha başka bir bloga, fikirler düşünceler hapsolmasın diye....

Perşembe, Ekim 23, 2008

Hayat güzeldir

Yahu basit bir sol kol ağrısı ile başlayan maceramız, dallandı budaklandı, neredeyse hasta adam olacaktım.

Neyse, holterler, tahliller,testler, muayeneler yapıldı, ihtiyar sağlam çıktı... (tahtaya üç kere vurunuz tık tık tık). Zaten gıcık olduğum şey bu bedenin nasıl olup ta hastalandığıdır ( gene maşallaaaahh).....
Canım sevgili, bana hiç belli etmeden ne kadar da üzüldü. Yüzü hep güldü, Dimdik durdu yanımda ama ben onun gözlerinden anladım ne kadar üzüldüğünü.

Geçti gitti biraz dikkat ederek her türlü sporlar, hareketler vesaireler serbest. Haaa bir de yemeklere biraz dikkat edilecek, e zaten bizim normal günlük yediklerimiz, neredeyse doktorun verdiği standart diyet, ve fakat peyniri falan abartmışım biraz....

Buradan canım sevigliye bin teşekkür, sonsuz minnet ve hep sağlıkla yanımda olma temennisi....ve tabi hep sağlıkla yanında olma sözü..... Aliş sözü .....

Bir sürü mesaj atan, telefonlar ile zahmetler eden herkese, tüm gerçek dostlara bin kere teşekkür, vallahi bir daha kolum falan ağrımayacak.....
Hayat güzel daha yapacak çok şeyler var üstelik, sağlıkla, keyifle...

Salı, Ekim 21, 2008

Holter günleri

İnsanın başına neler geliyor. Benim yaşlarımda sağlığa dikkat etmek gereklidir. Ne kadar dikkat ederseniz o kadar sağlıklı ve iyi bir yaşam sürersiniz.

Pazar akşamı, o gece ve pazartesi sabahı, tam tabiri ile göğsümden sol koluma yayılan bir ağrı ile yaşadım. Elbette ki endişelendim, önceleri yok yahu birşey demekle beraber ağrı azalmayınca elbette meraklandım.

Pazartesi sabahı sevgiliye " bu bir kas ağrısı ama ya değilse?"dedim zira babam bu şekilde bir ağrı ile kalp krizi geçirmişti.

O sırada, işe gitmek üzere her zamanki gibi çok şık ve kokoş giyinmiş olan sevgili endişesini bana hiç belli etmeden "hadi hemen gidelim" dedi, atladık gittik hastaneye.

İçeri girer girmez kolumun ağrısına ek olarak bende bir heyecan başladı sormayın, hele beni acilde yatağa yatırıp koluma bir IV taktıklarında monitöre bağladıklarında bu da yetmez gibi perdenin arkasına gizlemeye çalıştıkları kalp şok cihazını görünce, tansiyonum patlarcasına çıktı.

Aman yapma etme dediler, dayadılar zanaksı, damardan bir de ağrı kesici, bir de beta bloker... yanımda da arkamdaki monitörde yazan delirmiş rakamları bana tenzilatla okuyan sevgili olunca rahatladım, herşey düzelmeye başladı.... kalp enzimleri iyi çıktı...

Bir saat sonra hadi dediler artık siz gidin ama şu tansiyonu bir görelim, taktılar mı bana bir holter cihazı, üstümde kablolar, kolumda ikide bir şişen bir tansiyon aleti yanımda da bir kayıt cihazı, robot gibi bişey oldum yani anlayacağınız......

Eve geldik sevgili bana prensler gibi baktı ooohh paşalar gibi bakıldım, bütün gün her istediğim yanımda oldu, yediğim önümde yemediğim arkamda, sevgilinin hep gülen hiç bir endişesini bana belli etmeyen sevgili...... Eksik olma sağol var ol
Ve merak etme aslan gibiyim işte sonuçları da gördün...

Bu arada ağrı ne miymiş, yüzme antremanında kulaç atan ham vücudun kas ağrısı :)

Salı, Ekim 14, 2008

Kapitalizm öldü mü

Herkez kapitalizmin öldüğünü söyleyip duruyor, bu akıllara hayret ederim, kapitalizm asla ölmez arkadaşlar, ölmüş gibi yapar devleti sömürür beleşten serum bağlatır kendine ve gene canlanır hatta hiç hastalanmamış gibi yaşar, devleti falan hakir görür..

Ölse ölse şu son 10 yılın hastalıklı akımı olan neo-liberalizm ölmüştür, mevlam rahmet eyleye, o win win politikaları, sonsuz rekabet sözleri, dipsiz risk politikaları, hisse senetleri ile tahvillerle kurulmuş iskambil kağıdı kaleler yer ile yeksan. Merak ederim o neo-liberal yazarlar hiç utanır mı yooo asla utanmazlar. Gene yazarlar yüzler kasap süngeri ile silinmiş olarak.

Ortalıkta sereseri paranın bol olduğu dönemlerde, bol keseden harçamalar, çılgınca ve sonsuzca limitli kredi kartları, herşeyi kredi ile satmalar, herşeyi yıllar onceden fiatlandırıp almalar ne oldu? fossss. Para olmayınca o arsız petrol bile 140 dolarlardan 80 dolarlara indi alacak kimse olmayınca daha da düşer.

Oysa üretim ve emek halen mevcut, bilhassa bizim gibi artık üretimi ve emeği boşverip, umudunu japonyadaki, ev kadınının tasarrufuna fazla faiz vermek ve böylece parayı çekmek gibi bir hasta ekonumik yapısı olan devletler allah sonumuzu hayreyleye... Geçmiş olsun bitti o devri saadet.

Şimdi kişisel paranız malınız, mülkünüz varsa idare dersiniz, borç ile yaşıyorsanız durum acıklıdır.

Ne oldu neo liboş kardeşlerin kağıttan kalelerine, gitti hepsi, devlet baba hepsine ortak oldu, yani devlet kapitalist oldu şimdi. Yani bir başka deyişle karma ekonomik sistem geldi tekrar başa hani şu Özal'ın alay ettiği" öyle ekonomi olmaz, karma ekonomi, katır gibi eşek ile at çifteşmesinden doğan ve döl vermeyen bir yapıdır" demişti, çok değil 20 yılda ip çekildi.

Şimdi, Özallar, Theatcher'ler döneminde başlayıp, sonraki malum kişilerin zamanında devleşen sistem artık yok, belki de hiç olmayacak devletler gene bir gün özelleşmeler yapacaklar ve kasamıza şu kadar para koyduk diyecekler. Ama o devletlerin batanı satın alacak paraları var bizim gibi her türlü devlet malını satıp sonrada çulsuz kalmışlar değil.

Şimdi bizim elimizde çok sağlam dediğimiz bankalar var, hepsi yabancı, bakınız bir gecede adı hala Fortis kalsa da BNP oluverdi o da Türkiye Fortis'i cazip bulmazsa satacak, kala kala elimizde Ziraat Bankası ve Halk Bankası kaldı, onları da satmak için debeleniyorlar. Telekomumuz lübnan şirketi, devlet sektöründe, kağıt fabrikamız yok, şeker fabrikamız yok, demir çelik fabrikamız yok hiç bir şeyimiz yok, ama bunlar ilk krizde batarsa gene herşey devletin olacak tabi devletin onları finanse edecek parası olursa. O da borç alınmış bir para olduğundan hemen kaçacak..... Vah vah vah...

Hadi ordan liboşlar .......

Kriz mriz derken

Malum küresel ekonomik kriz ( eh dünya küçüldüğünden beri herşey küresel oluyor), bu krizin bir kaç gün hatta bir iki hafta öncesi zaten herşey belli idi, kriz gümbür gümbür geliyordu.
O sıralarda hükümetin başı ( bu tabiri eskiden Demirel, Ecevit için kullanırdı yani ahlaka aykırı bir hitap değil) malum medya patronu ile kavga halindeydi, hiç bir şey umurunda olmadan 32 kısım tekmili birden ya da radyodaki "arkası yarın" gibi gün ve saat ile randevu vererek kavga ediiyordu. Reyting yapıyordu, şu gazeteyi okuyun bunu okumayın diyordu..... unutulduuuu gitti

Hemen ardından, kriz Amerika'yı daraltırken biz, Deniz feneri dvası ile eyleşmekteydik, bağırıldı çağırıldı Dengir bey ile diğer CHP li vekil ile televizyon kavgaları yaptı. unutulduuuu gitti

Arada menfur baskın ve 15 evladımızın katli gerçekleşti. Onunla uğraştık. Bizler içimizde hissediyoruz ama medyada falan unutlduuu gitti

Bayram oldu, gene yollarda öldük. Bir dahaki bayrama kadar unutlduuuu gitti

Günümüzü öyle böyle geçirip kendi sınırlarımız içinde debelenirken dişarıda kriz Amerika'yı bayılttı, oradan Avrupa'yı daraltmaya başladı. Tüm devletler, gerek kendi içlerinde ve gerekse birlikte hareketlerle kriz analizi yapıp tedbirleri aldılar. Hala da almaktalar. Bizde ise Başvekil ve bakanları şöle demekteler.

" Hamdolsun, bankaclılık sistemimizi şahanedir, kriz bize vız gelir inşallah, hayırlısı ile bu krizi kazanca çevireceğiz. Maşallah memleket ekonomimiz çok iyidir."

Falan filan, bakınız yukarıdaki meseleler tamaen unutuldu, deniz feneri falan bitti gitti.
Yahu toplumsal hafızası ne zayıf bir milletiz biz.

Yahu muhterem Başbakan, siz 2002 de iktidara geldiğinizde, zaten bu memlekette Kemal Derviş'in acı receteli ekonomik tedavisi uygulanmaktaydı, siz hiç birşey yapmadınız, Aklına şaşılası MHP başkanı seçim seçim diye tutturup, o sırada akli melekeleri şüpheli rahmetli Ecevit erken seçimi kabul etmeseydi ekonomik gelişim onların zamanında olacaktı. O nedenle tedbiri elden bırakmayınız, lütfen oturup bize kriz yönetim planınız olduğunu söyleyiniz, inşallah ile maşallah ile olmuyor.


Ha yahu ne olacak bu millet zaten krizlere alışıktır, ıh mıh ederler geçip gider demeyiniz, kriz sonrası memleketin kayıplarının neler olduğu ortada, üstelik siz de iktidarınızı kaybedersiniz.

Cuma, Ekim 10, 2008

amsterdam 2

Sevgili ve Aliş bisikleti
Tarih müzesinin bahçe cafe'si huzura bakınız yahu ohhhh

pomfrit ( pommes frittes) kuyruğu, yahu koskoca adamlar sıralarda bekliyorlar olacak şey değil


bak sen yahu koskoca adam ne hallere gelmiş andropoza girmedim diye debelenmiş. hahhaaaaaaaa biri bana böyle demiş yazık , söyliyeyim ,içim rahat etsin ihtiyar olduğum için yakını görememekten aldım bu gözlükler hastasıyım onların, beş adet aldım sakarlıktan çok kırıyorum ya, tepemdeki ters takılmış bir kasket ve kolumdaki canım sevgili



gece karanlık aslında kamerayı iyi tutabilmişim yahu az flu çıkmış ( barton şimdi neler der buna). burası bir kafe karşıdaki de güzel bir bina


bir replika kalyon ve bir İtalyan mimar eseri ... limanda




hiç bitöeyen kancalar, zira evlerin girişi dar ve her eski evde bunlar var ve de taşınılırken hala kullanılıyor, sevgili baktı baktı "acaba senin piyano nasıl çıkar buralara" dedi...


gerçekten de yağmur yağıyordu ama bizi içimizin güneşi açık üstümüzde tur teknesinin cam damı :)


Bunlarsız Hollanda olmaz.



var devamı


Salı, Ekim 07, 2008

amsterdam 1

Pek severim Amsterdam'ı keyif verir bana, bunu da yıllardır hep dile getiririm.... canım sevgili bana muhteşem bir sürpriz yaparak Amsterdam'a götürdü. Pek keyif aldım, aldık.... sevgili dost Tuğba'da bizimle idi, koştuk coştuk. Huzur ettik, eğlendik ve de bolcaaa güldük. Daha niceleri böyle olur inşallah laftan çok biraz resim bugün...














Schipol havaalanında biz





























































Kanallara bayılırım Amsterdam'da orada bir kafede oturup saatler geçirebilirim. Nehir evlerine de bayılırım aslında öyle tıkışık evleri sevmem ama belki kanalda bir ev olsa yaşamak isterim sevgili ile...

























Amsterdam evlerini de pek severim 300-400 yıllık evler gayet bakımlı ve içleri medeniyetin tüm imkanlarına sahip olarak ayakta durur ruhları vardır hepsinin





















































Biraz da deli haller



resimlerin devamı yarına, öbürgüne



Sevgiliye binlerce teşekkürle....