Çarşamba, Temmuz 28, 2010

yıllar önce

Yıllar önce Hindistan'da Himalaya'ların yükselmeye başladığı, Ganj'ın mavi-yeşil aktığı, o zamanlar hala yani dünya düzenine yenik düşmemiş Rishikesh'teyim.
Uzun süreli kalışlardan birinde, Swami Sivananda Ashramın'da Bhakti Yoga üzerine çalışmakta, bir yandan da aşramın en kıdemli ikinci kişisi olan Swami Krishnananda'dan bire bir diskurlar alıyorum...

Aylardan Ağustos, muson zamanı, yeşil daha yeşil, sarı daha sarı, tabiatın haşmeti kısa ama şiddetli o yağmurda daha da anlaşılır oluyor....

Aşrama kapanmış, dış dünya ile alakamı kesmiş, huzurla çalışmalarımı sürdürüyorum...
Elimde notlarım, küçük askılı bez bir çanta, herşey içinde, çok da değil...

Merdivenlerden çıkıp hocamın mütevazi odasına girdim. Otur dedi, içimde acaba bugün nelerden bahsedeceğiz heyecanı ile beklerken, o camdan dışarıya, akan nehre ve şiddetle yağan muson yağmuruna sakince bakıyordu, çok bekletmeden, döndü gözlerimin içine bakarak dedi ki:

Bir avuç pirinç ve bir avuç mercimek insanı doyurmaya yeter !

Daha sonra oturdu önündeki kağıtlara bakmaya başladı. Biraz bekledim benimle ilgisinin kesildiğini anlayınca sessizce odadan ayrıldım.
Doğruca mutfaga gittim, bir avuç pirinç ve bir avuç mercimek istedim, orada hemen kaynattım, biraz tuz attım ve hepimizde olan kendi sorumluluğumuzda bulunan kabın içine koydum. Koyarken gözüm hiç doymamıştı, kaynattım, biraz serinledikten sonra duvara oturup yedim...
Aç kalmıştım.....
İçimden "zaten gördüğümde doymayacağımı anlamıştım dişimin ovuğuna gitmedi" dedim...

Ertesi gün buluşmamızda durumu anlattım.
Hafif bir tebessümle :

Biiir; salt gözünle görerek karar verdin
İkiii; devamlı daha çoğunu yediğinden miden için bu miktar hacmen az geldi
Üüüüç; yemek yemeği bilmiyorsun, dedi.....


İçimdeki isyan yüzüme vurmuş olmalı ki, daha sert ve kesin bir ifadeyle,

Biiiir; Sana daha önce gözlerinle gördüğün şeyin bazı durumlarda yanlış olabileceğini göz yanılmalarını anlatmıştım ( bunu daha sonra bir yazıda anlatacağım), gözlerinle ölçmeyi bırak, herşeyi tek yönden değil pek çok açıdan gözlemle...

İkiiii;Bir mide bir defada 8 kilo gıda alabilir, ama bu gerekli midir? gereksiz yere dolduracağına makul bir miktar yeterlidir ve mide buna alışır daha fazlasını istemez...

Üüüüç ; yemek yerken ağır ye, kaşığını az doldur, ağzına attıktan sonra kaşığı tabağına koy, lokmayı ağzında dağılır hale gelene kadar çiğne, sonra kaşığı tekrar eline al ve böyle devam et....

Hmmmm

Ertesi gün denedim tabiii, önceleri sıkıcıydı ama oldu, ama daha sonra hem yemeklerden daha keyif almaya hem de gereksiz yere midemi doldurmamaya başladım...

Evet! bu uzuun yıllar önceydi, ben bu dersi son günlerde biraz unuttum herhalde, hemen gene ona dönmeliyim

Salı, Temmuz 27, 2010

everybody knows

Ukalalıktan falan değil, tercümede hata yapıp bu güzelliği bozmamak için İngilizce, zaten basit ve yalın, haa bir de geçenlerde bir büyük gazetede tercümesi yayınlanmış ve yazarının adı verilmemişti ... elbette Leonard COHEN ustadan....

Şiirin elbette hepsi değil bir kısmı bile sanki birşeyleri bir yerleri birilerini hatırlatıyor değil mi...

"Hayır"lı haftalar....

"Everybody Knows"

Everybody knows that the dice are loaded
Everybody rolls with their fingers crossed
Everybody knows that the war is over
Everybody knows the good guys lost
Everybody knows the fight was fixed
The poor stay poor, the rich get rich
That's how it goes
Everybody knows
Everybody knows that the boat is leaking
Everybody knows that the captain lied
Everybody got this broken feeling
Like their father or their dog just died

Everybody talking to their pockets
Everybody wants a box of chocolates
And a long stem rose
Everybody knows

Everybody knows, everybody knows
That's how it goes
Everybody knows

Everybody knows


Bu arada önemli not

12 Eylül'de yapılacak olan referandum ile ilgili oy vermek için seçmen listeleri askıya çıktı.Ve bu hafta sonu itibari ile askıdan indirilecek. Bundan bir çok insanın haberi bile yok.


Lütfen aşağıdaki linke tıklayıp, adınızın seçmen listesinde olup olmadığını kontrol ediniz.
Ve bu e-postayı en kısa sürede iletebildiğiniz kadar çok insana iletin. Bu hepimizin acil görevidir.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp

Pazar, Temmuz 25, 2010

okyanus ve İDO'ya uyarı

Bilir misiniz ? Marmara denizini kullanan kimi denizciler onun için Marmara Okyanusu tabirini kullanırlar.
Hiç tekin bir deniz değildir, çılgın lodos fırtınaları olur, öğleden sonraları poyraz bazen deli gibidir. Denizin ortasında sığlıklar, kayalıklar, çok ters akıntılar mevcuttur.
Akla hayale gelmedik kazalar mal ve can kayıpları olmuştur. Hasılı dikkat edilmesi gereken hiç affetmeyen bir denizdir. Her ne kadar ufak bir iç deniz de olsa.....

Bu sığlıklardan biri de daha önce deprem ile batmış bir ada olduğu bile rivayet edilen Yıldız Kayalıkları'nında içinde bulunduğu çeşitli fenerler ile dikkat çekilen bölümdür, bu bölüm adalar ile Bostancı arasındandır. Burada belli yerlerde su son derece sığdır hatta bazı kesimlerde kayalar deniz yüzünde görülür. Bu denizi bilmeyen, acemi, harita okumayan, fenerleri takipe etmeyen genellikle de amatör denizcile bu sığlıklarda çok sık kaza yaparlar....

Daha önce defalarca arzettiğim gibi İstanbul Büyük Şehir Belediyesine bağlı bir işletme olan, İDO neredeyse bir asırdır yapılmakta olan Bostancı Adalar vapur seferini zarar ettiğini bahane göstererek kaldırmış bulunmaktaydı. Bunun yerine Mavi Marmara Kooperatifi nispeten büyükçe yolcu motorlarına devredildi bu hat....
Bu yolcu motorları vapur iskelelerini kullanarak seferler yapmaktadır. İskelelere yanaşmaları burundan çok dar bir hattan ve iniş binişleri adeta sırat köprüsünü andıran bir şekilde olmaktadır.... Özürlü, yaşlı vatandaşlarımızın ve çocuklar ile çocuk arabalıların iniş binişleri ise tesadüf ve büyük çabalara bağlıdır.

Geçtiğimiz günlerde, yukarıda belirttiğim bölgede bu yolcu motorlarından biri olan Caner Kaptan 2 deniz kazası yaptı ve ucuz atlatıldı. Motor gece yarısı seferini yaparken Büyükada'dan kalktıktan yaklaşık 15 dakika sonra ( sebebi hakkında çeşitili görüşlerileri sürülen bir sebeple ) bu kayalıklara çarptı. Tekne batacak dercede hasar gördü. Halk infiale kapıldı, can yeleği aradılar ama bulamadıar. Daha sonra tekne bir şekilde Bostancı iskelesine yanaştırıldı. Yolcular tahliye edldi 3 yolcu hafif yaralandı. Tekne kaptan ve mürettebatının kaçtığı ifade edildi......

Bu hattı her gün kullanan bir vatandaş olarak sıklıkla burada uyarı yapmaktayım. Bu hatta bir facia yaşanması an meselesidir, böyle bir felaket olması halinde sorumlusu kooperatif mi ? motor kaptan veya sahibi mi? yoksa İDO mu ? sorumlu olacak. Bence elbette İDO sorumlu olacak bu hattın sahşbş ve onu devreden İDO'dur zira... Böyle bşr vebalin altına hangi ticari saik ile girebilinmektedir. Üstelik konu bir kamu hizmetiyken....

Acilen vapur seferleri geri konmalıdır. İsteyen yolcu motorları ile seyahat etmeye zaten var olan yolcu motoru iskelesinden devam edebilir. Ancak vapuru tercih edenlerin bu hakkı korunmalı ve çok daha emin, rahat ve konforlu seyahat etme imkanları hak olarak iade edilmelidir.

Perşembe, Temmuz 22, 2010

kabul edilesi değil

hayır kabul edilesi değil
aynı günde iki inci
inci demek bile zul geliyor
iki laf
laik demokratik sosyal bir hukuk devletinin Hükümeti'nin Başından
tekrar edeyim mi?
"ben kadın ile erkeği eşit kabul etmiyorum"
"içki yerine meyva yiyin"
al gözüm seyreyle
al kulağım duy
sigara yasağında sigara içmeyen ben bile isyan etmiş
bunun sonu nerelere varır demiştim
nerelere varacak dinsel baskı, taassup, belki din polisi
belki mahalle denetleme kurulları ithsl malı ılımlı islam
içlerdeki arzu bu, sözde gömlek değişmiş.....
ama gene de galiba nerelere varacağı hakkında soru işaretleri var ki
ek olarak gözyaşı
hem de yanlış senkron ile
şiirde ağlayacaktınız muhterem mektupta değil....
30 küsûr yıldır politika içindesiniz
bir kere bile böyle bir laf etmemişken
tıpkı bir sene önce kürt sorunu yoktur deyip
sonra vardııır ben de ona açılım hazırladım derken
sizi davet etmiştim vazgeçtim gelmeyin istemem....
sizi bilmem bana "hayır"lı günler

Çarşamba, Temmuz 21, 2010

geçmişten

Bunu belki de daha önce de anlatmışımdır, mükerrer oldu ise kusura bakmayın.

Yanlış hatırlamıyorsam 1985 yılı idi. İş icabı Tahran'a gitmiştim. Hava alanındaki büyük binaların üzerine yazılmış "kahrolsun amerika" yazılarını hatırlıyorum daha o zamanda sayısını bilemediğim kadar uçak yedek parça yokluğundan apronlarda çürümeye terkedilmişti.

Havaalanına indiğimizde yere çizilmiş Amerikan, İngiliz ve İsrail bayraklarına basarak terminale girdik.

Herneyse havaalanından otele gitmemiz çıldırtan bir trafikte epey zaman almıştı.
Etrafta tahmin edeceğiniz gibi bir sürü sakallı adam ve tamamen kapalı kadınlar bulunmaktaydı.
Duvarlarda o sıra sürmekte olan Irak savaşı nedeni ile savaşta ölen askerlerin resimleri vardı. Neredeyse çocuk yaşlarda asker olmuş gençler alınlarına takılmış bir bant ile "şehit" olmak üzere siperlere gönderiliyordu. Bu şehitlerin cennete gidecekleri söyleniyordu.

Eski adı Royal Gardens yeni adı Enghelab yani kısacası inkılap olan otele yerleşmiştim. Otelin yanındaki bir başka bina -galiba eski bir oteldi- savaşta evsiz kalmışlar için kullanılmaktaydı iki girişi vardı biri erkekler diğeri kadınlar için.

Akşam şöyle bir yürüyeyim dedim, dışarısı erkek egemen bir durumdaydı, yanlış hatırlamıyorsam, bir japon filmi gösteren sinemanın önünde sonsuz bir sakallı erkek kuyruğu vardı.

Eskiden bir müzikhol olduğunu tahmin ettiğim yakılmış Radiocity isimli mekanın kapıları tuğla ile örülmüş vaziyetteydi.

Birden bazı evlerde camlar açıldı ve camlardan dışarıya bazı insanlar "allah-u ekbeeeer" diye bağırmaya başladı, meğer devrimin 5. yıldönümüymüş.

Ertesi gün işlerimizi görüşeceğimiz devlet dairesine gittik, genellikle dağınık kılıklı tamamı kravatsız hepsi sakallı memurlar ve onların müdürleri ile konuştum neyse ki işler umduğumdan iyi gitmekteydi, iki akşam üstüste olarak yemek daveti aldım. Biri daha önce tanıdığım bir kişi diğeri ise orada tanıştığım bir müdürdü.

İlk akşam daha önce tanıdığım ve acentalık hizmetleri veren bir firmanın yüksek mekvkiinde bulunan kişinin orta Tahran'daki evine gittim.
Vasat bir apartman dairesiydi .
Eşi ve kızlarını da İstanbul'da misafir etmiştim. Yer sofrası hazırlanmış, olabilecek en güzel yemekler hazırlanmıştı. Nar şerbeti eşliğinde hanımlar başı örtülü olmak üzere yemeğimizi yedik. Pek lezzetliydi. Sohbet genellikle İstanbul üzerine yapıldı, Kızları üniversite için İstanbul'a gelmenin en büyük hayali olduğunu söyledi. Daha sonra ki yıl İstanbul'a geldi ve bildiğim kadarı ile daha sonra batıya yerleşti.

İkinci akşam, çalıştığımız devlet dairesinde müdürlük görevi yapan kılık kıyafeti daha ziyade hırpani kabul edilebilecek kişinin davetlisiydim. Gelip beni otelden aldı, çevre yolu gibi bir yoldan kuzeye gittik, buranın Tecriş isimli mahalle olduğunu söyledi.
Bir kısmı tenis kortlı şık müstakil evler mevcuttu. İki katlı bir eve girdik. Kapıdan girişte biraz içeride bizi hayli iddalı makyajı olan başı açık bir hanım karşıladı.
Misafir olduğum evin hanımıymış. Hırpani kılıklı adam ise müsaade isteyip içeri gitti ve birazdan kravatlı son derece şık giyimli olarak geri geldi. Misafirler geldikçe önce içeri gidiyor daha sonra görebileceğim en şık kılık kıyafetle salona geliyorlardı. Hanımlar şık kısa denecek boyda etekli bol makyajlı beyler ise gerçekten son derece güzel giyimliydi.
Gecenin bombası evde yapılmış votka idi genellikle nar suyu eklenerek bolca içildi. Yemekler bir gece önceye nazaran daha alemünit fakat gene de çok lezzetliydi.
Müzik kısık ama o günün hit parçalarından daha sonra da caz müziğinden oluştu.
Dönüş yolunda adlarının pastar'lar olduğunu öğrendiğim devrim muhafizları bizi durdurdu, bir şekilde geçtik....

İşlerimi ertesi gün tamamladım, Çellow kebap ta yedim. Pasaportumu restoranda çalınmak üzereyken kurtardım.. Bir daha İran'a gitme fırsatım hiç olmadı.

25 yıl geçmiş acaba değişiklik var mıdır, yoksa biz de birgün ev votkası içer miyiz.
( Aman bana hemen basit basit hiç içmeseniz olmaz mı falan gibi yorumlar göndermeyin. Aylarca içmesem aklıma gelmez canım isterse de kimseye hesap vermeden istediğimi istediğim kadar içer, kimseyi de rahatsız etmem çok ta keyif alırım...)

Salı, Temmuz 20, 2010

balkon

Adada'ki fakirhanemizde keyifli bir balkonumuz var, 1950 lerden kalma evin en güzel yeri üç bir yanında geniş balkonunun olması.
Zaten bizi bu evde olmaya ikna eden de bu balkonlar idi.
Benim için balkonların her anı keyifli, Ali için bulunmaz nimet nerede güneş yoksa oradaki salıncak ya da hamakta uyuyor hava temiz...
Keyifli zamanlardan biri de geceleri sevgili ile karşılıklı oturup kısa bir süre de olsa bloglara bakmak, yazmak, yorumlamak.
Sonrasında ben oturmaya biraz daha devam ediyorum.
Karşıdaki inci dizileri gibi İstanbul'a bakıyorum.
Uçsuz bucaksız ışık noktaları, inen kalkan uçaklar, derinden şehrin sesi uğultu gibi geliyor...
mesela şu anda şehrin arkalarında şimşekler çakmakta acaba yağmur mu gelir....
Arada süzülen ışık selleri ile vapurlar....
Bilmediğim sabit ötüşlü bir kuş....
Uzaktan köpek havlamaları...
Hemen karşımdaki tepede Harry Potter şatosu misali gizemli Ruhban Okulu...
Sakin ve serin geceler oluyor...
Martılar dahi uyuyor belli...
İnsan sakinleşiyor...
Huzur buluyor...
Bay Başbakan'ı buraya davet edeceğim bir gece, gel diyeceğim otur, boşver korumaları falan gel rahat bir pantalon bir tişört, bırak kavgaları, şöyle bir bak, çay da veririm sana, biraz sessizce dinle, sakinleş, bak huzura ihtiyacımız var, ben burada huzur buluyorum, bazen saatlerce susuyorum hiç konuşmuyorum, bak ne güzel sessizlik, hani var ya sessizliğin sesini dinle...biraz huzur al biraz huzur ver, sabaha kadar otururum seninle hiç konuşmayız. Öylece otur soru da sormam sana, zaten sigara da içmiyorum, yeter ki bir ara ver biraz soluklanalım... Hiç bir talebim de olmaz birtek biraz huzur.... ne olur.....

Pazar, Temmuz 18, 2010

haydeee komik-i şehir burada

Biliyor musunuz ? benim çocukluğumda rahmetli İsmail Dümbüllü sağdı, bir kere de onların orta oyununu seyremiştim o zamanın Altunizade'sinde neredeyse yıkılmak üzere olan bir konağın amatörce sahneye dönüştürülmüş büyük salonunda, Annem ve Babam ile pek gülmüştük Dümbüllü ve Tevfik İnce'ye o zamanlar bana çok ilginç gelmişti....

Günümüzde öyle orta oyunları dönüyor ki bu geleneksel ikiliye takkeyi ters giydirir billahilaziiiym...

Eski Milli Eğitim Bakanı şimdiki parti ilerigeleni Bay Çelik buyurmuş ki, "yeni kurulacak orduda bıyıkları aşağıya doğru uzamış askerler olmayacak"...
Bay Bahçeli'de cevaben buyurmuş ki " o ordu badem bıyıklılar ordusu mu olacak???"
Heyhaaaat bu kulaklar bunları da duydu. Bahsedilen Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusu be hey ...
El insaf böyle bir söylem olur mu ? Bu kadar basit beyanlar olur mu ? söyleyecek laf kalıyor mu?? HAYIR!!!!!!

Bugün Abimin sözünü dinlemedim radyo dinledim, Sağlık Bakanı adını hatırlamadığım Bay, öyle sözler sarfetti ki hicabımdan radyoyu kırasıya kapattım...

Bay Başbakan, Bay Muhalefet Partisi Genel Başkanı'na yeni kurmayı düşündükleri ordu hakkında şöyle ifadede bulunmuş; "ölümler halinde infial daha az olur"
ne yani profesyonel orduya asker kaydı yaparlarken imzanalacak sözleşmeye, ölürsen ailen infial etmeyecek şeklinde bir ibare mi konacak.

Bu yeni ordu kurma olayını derinden irdelemek gerekiyor....

Herkese "hayır"lı geceler

Cuma, Temmuz 16, 2010

yorgunluk

Son günlerde bir tembelik bir yorgunluk, nerede bıraksanız orada uyumaktayım, canım sevgilinin eli üstümde sağolsun. Kıpırdamak istemiyorum, balkonda kâh meditasyon kâh uyuklama öytke geçiyor günler.
Bugün bir ara radyoda Başbakan Bay Erdoğan'ı dinledim referandum için eveeet!!! evettt!! diye bağırıyordu. Zannedersiniz ki bu anayasa değişiklik paketi ile yurdum çağlar atlayıp adeta kuzey ülkeleri demokrasisisne kavuşacak... acaba kendisi de buna mı inanıyor yada bizi iyice aptal mı sayıyor? ya da Aziz Nesin'in dediği gibi belli yüzdedeki malum yurttaşlardan çok mu emin ?
Yorgunum Bay Erdoğan gene sinirim tepeme tansiyonum doruklara zıpladı sayenizde...
Neyse "hayır"lı günler ...

Salı, Temmuz 13, 2010

akbil kaydırmaca

Akbil kullanıcıları yine pamuk elleri cebe atacak. Akbillerin yerini manyetik kartlar alıyor. İETT, tüketicinin elindeki akbilleri 6 liraya sayacak, manyetik kart için 10 TL alacak. diyor CNN Türk.
Yaşasın İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Çok hoş değil mi, akbilleri atacağız, yerine kartbil ( adı gene "AK" olur ) alacağız ohhh, ne güzel !!!! ama durun yahu, acaba akbiller neden değişiyor? , Çoğumuzun anahtarına takılı gayet kullanışlı akbil hangi sebeple, karta dönüşüyor ? kimbilir kim gene ne kazanacak? kaybeden gene halk olacak. Liboş ekonomi sağolsun...
Düşünün 7 milyon akbil kullanıcısı var, bunlardan 10'ar lira alacak belediye 70 milyon lira yapar eski para ile 70.000.000.000.000 TL artık rakkamın büyüklüğünü siz hesap edin.
Bir de şu aldatmaca var eski akbili verecekmişiz onu 6 liraya sayacakmış efendim yenisini 10 liraya verecekmiş, neden kardeşim hangi sebeple böyle bir değişikliğe gerek duyuldu. Yani gene basit hesapla, 10 eksi 6 eşittir 4TL , 4 TL çarpı 7 milyon kişi 28.milyon TL eski para ile 28.000.000.000.000.TL
Hadi diyelim eski akbili iade ettiniz nereye? onları alacak iki nokta belirlemişler, bir ucundan diğer ucuna 100 kilometreden fazla mesafe olan sehirde. Yani uzun lafın kısası cebinizde kalacak eskisi, üstelik, akbil dolu ise içindeki miktar kaldı belediyeye artık helal eder misiniz bilmem?....
Örneğin benim akbilimde ne yapsam asla harcayamayacağım bir 2 lira hep kalır, bu belediyeye kalacak
Gene basit bir hesap, 2TL çarpı 7 milyon kişi eşittir 14 milyon lira eski para ile 14.000.000.000.000 TL oh be ne rahat para kazanma yöntemi üstelik te değişimi yapacak yeni aletler takacak, bunlara kart yapacak, vs. vs. vs.olan şirket kimse ona da mis gibi kazanç kapısı. Zülcelâl Hazretleri çarşılarına pazar versin, kazançlarının devamını nasibi-i müesser eylesin....
Ah be canım, al gözüm seyreyle.
Rakamları görüyor musunuz, buna neden ihtiyaç duyulduğuna dair bir makul açıklama varsa kabul edeceğim.
En insaflısı hem akbilin hem de kartın olması, meraklısı 10 Törkiş Lira basar alır teknoloji harikasını cüzdanına sokar....

Pazartesi, Temmuz 12, 2010

pazartesi

Herkese iyi haftalar.
Kadıköy Belediyesi bir müddet önce her türlü plastik poşet kullanımını yasakladı, güzel bir adım olarak gördüm. Beklentim marketkeren başlayarak plastik torbaların tamamen kalkacağı bunun yerine özellikle bez torbalar kullanılacağı hatta eskiden olduğu gibi fileye bile dönüş olacağı yönündeydi.

Ancal beklediğim olmadı gene plastik torbalar kullanılmaktaydı ama bu defa torbaların "doğada çözünür" olduğu ibaresi mevcuttu. Aslıda trbalarda çok büyük bir değişiklik bulamadım ama, " amaan elbette benim anlayamadığım bir teknik mevcuttur" dedim.

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir mektup durumun ne olduğunu anlamama yardımcı oldu, buyurun okuyun.

Buğday’dan Mektup Var

Buğday Derneği, "doğada çözünen" naylon torbalar bulunduran marketlere aşağıdaki mektubu gönderiyor:

Sayın Yetkili,
Mağazanızda/marketinizde müşterilerinize sunduğunuz “biyo-bozunur/ doğada çözünür” naylon poşetler kişilerde “çevre dostu” algısı yaratmasına rağmen, yapılan araştırmalar bu söylemi desteklemiyor. Doğa dostu tek çözüm olan bez çanta kullanımının yaygınlaşabilmesi için, sizlerden alışverişe bez çantayla gelen müşterilerinizi ödüllendirmenizi, naylon torbaları ücretli hale getirmenizi ve konuyla ilgili bize geri dönüşünüzü
rica ediyoruz.

Saygılarımızla,

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği


Zannederim gene birilerine kolay para kazandırdık, neyse yani eski hamam eski tas...

Bugün, Ada'da güzel bir istanbul yazı sabahına kalktık. hafif rüzgar, güzel bir güneş, denizin üstünde günün ilerleyen saatlerinde havanın sıcak olacağını hissettiren pus.
Yulaf ve meyvadan oluşan kahvaltımızın konukları serçeler, artık masamıza iyice alıştılar. Yulaf parçalarını meredeyse elimizden yiyecekler.

Ne kadar garip, malum anayasa değişikliğini 12 eylil askeri anayasasından kurtulmak için yaptıklarını söyleyenler, bu pakette, o anayasanın en kötü kuruluşlarından bir olan YÖK'ü kaldırmayı hiç düşümemişler, acaba yök ele geçirilen bir kale olduğundan mı...

Bir gazetedeki beyanatında, gençliğinde en çok etkilendiği şairin Necip Fazıl olduğunu açıklayan, İçişleri Bakanı Caz'ı sevdiğini söyemiş... Ama klasik caz seviyormuş zira özü ağıtmış. Pop cazı sevmiyormuş. Peki....

Meteoroloji uyardı. Aşırı sıcaklar geliyormuş. Hava sıcaklığı, yurt genelinde mevsim normallerinin üzerine çıkacakmış. Geçen hafta amaaan artık yaz gelmeyecekmi diye düşünüyorduk, geldi ... geldi....

"Hayır"li haftalar...

Cumartesi, Temmuz 10, 2010

basit siyaset

Dünyadaki en basit ve çirkin siyasetin bizde olduğuna inanıyorum.
Maalesef özellikle 80'li yıllardan itibaren son derece seviyesiz bir siyaset yapılıyor.
Bunun en önemli sebeplerinden biri 80 darbesi ile apolitize edilmiş bir gençlik ve halk oldu. Siyaset yerini dogmatik düşüncelere bıraktı bunun sonucu olarak zaten az okuyan ve irdelemekten uzak duran pekçok insan politikadan koptu.
İrdelemeden, sormadan, taparcasına sarıldığı liderlere havale etti herşeyi.
Padişah misali liderler her ne cenahtan olurlarsa olsunlar politikayı "ben yaptım oldu"larla yönetmeye başladılar.
Sonuç ortada, al gözüm seyreyle....
Aydınlanmanın durduğu noktada birey ortadan kalkar orada ancak kulluk olabilir, bu da güruh zihniyetini ortaya çıkartır ki bu zihniyetin Menemen'de, Maraş'ta ve Sıvas'ta yaptığı malumdur.
Bireysel sorgulama dogmatik felsefede yoktur, dogmalar vardır ve onları da sorgulama imkan ve ihtimali yoktur. Hangi görüşten olursa olsun dogmatik felsefe aydınlanmayı ortadan kaldırır kişi artık birey olmaktan çıkarır, bunun yerine dikte ettirilmiş öğreti geçer.
Elbette bu felsefe de kendi baronlarını, elitlerini, hocalarını, beylerini, vs. yaratır, bunlar da birilerinin kendi başlarına düşünerek aydınlanmaya çalışmalarını hiç istemez, zira egemenlikleri tehlike altına girer... Son yıllarda bizde de gelinen durum budur.

Geç olsa da değinmeden geçemeyeceğim bir durum da şu çömelme meselesi oldu. Birileri bunu üzerinden politika yapmaya çalıştı, çalışmadı yaptı, buna müspet menfi olarak çanak tutanlar, cevap verenler bile oldu.

Bir partiyi, onun liderini ve görüşlerini tasvip etmeyebilir insan, ama bu siyasi alanda olmalıdır.

Çömelme resminde, bu ülkenin en üstün askeri rütbesi, onun altındaki üst rütbeli zevat ile birlikte Recep Bey de çömelmiş görünüyor. Ne var bunda yani herkes ayakta da Recep Bey mi korkup çömelmiş?, belli ki bir güvenlik prosedürü var, böyle durulması gerekmiş o da çömelmiş. Diğer partinin genel başkanı da gitmiş resimde gene görülüyor ki diğer zevat gibi o da çömelmemiş.
Arkadaş çömelme veya çömelmeme ile orada akan kan duruyor mu, işsizler iş buluyor mu, açlar doyuyor mu, çiftçi kazanıyor mu, maden kazaları bitiyor mu??? memleketin bir sürü olumsuz hali halloluyor mu, ? ? ? ?... Böyle basit siyaset olur mu ??
Medya da bayılıyor bu işlere her iki yandan da evir çevir halkıma yedir.
Lafa bakın bizim başkan çömeldiğinde de diğerinden daha uzun, var mı böyle bir laf yahu...
Buradan sade bir vatandaş olarak ( zira bu sade vatandaşlar sayesinde o mevkilerde bulunmaktasınız) Kemal Bey'e de bir tavsiyem var, muhterem bu basit siyaset illeti sizi yakalamadan bu pis politik çukurdan uzaklaşın aksi taktirde başına konan talih kuşu kaçar o kaçarsa bu millete de yazık olur size de....

Bir Düzelteme

Bugün, Matematik Öğretmeni Koray Bey telefon ile aradılar,
2007 yılında yayınlamış olduğum bir postta, Büyük Atatürk'ün Çankaya'da daha sonra ilk Çankaya Köşkü olacak bağevinden bahsederken, almış olduğum yanlış bilgi doğrultusunda, bu mülkün, Ermeni bir aile tarafından hediye edildiğini yazmışım.
Koray Bey, bana bu mülkü mensubu bulunduğu "Bulgurluzadeler" ailelesi armağanı olduğunu ve Ermeni olmadıklarını bildirdi. Geçmişteki yazımda gerekli düzeltemeyi yaptım...
Tabii benim için burada ailenin Ermeni veya Türk, vs. olması değil, bu anlamlı bağışın yapılması önemlidir.
Düzelte için beni bilgilendiren Koray Öğretmen'e teşekkürler.
Bu arada benim yazımda ki bilgiye dair dayanaklarım aşağıdaki ve benzeri linklerdedir
Wikipedia
Milliyet
Ekşisözlük

Çarşamba, Temmuz 07, 2010

oradan buradan

Dedim ya apolitiğim, asosyalim aman ne rahat.
Aliş ile geçiriyorum saatlerimi son iki gündür, ilk iki evladımda, genç ve çok çalışan biri olarak kaçırdığımı bu emekli halimde şükür Aliş ile yakaladım. Meğer ne kadar çok şey kaçırmışım, kızlar kusura bakmayın şimdi de sizin büyümüş halinizi gözlemliyorum keyifle...
İnsan evladı ne kadar muhteşem, her anı sayfalar dolusu kitap yazdırır insana, telaşınız yoksa sakince bunu izlemek en büyük derslerden biri. Küçücük şey bana ne dersler veriyor...Valla pek memnunum...

Bir zamanlar Arabistan'da işlerim olduğundan oraya uzun süreli seyahatlere giderdim. Çölde çok bulunmuşluğum, hatta bedevi çayı içmişliğim var, bazen çölde öylece dururdum, zamanı hissedersiniz orada, sanki hava gibi, vardır ama görünmez. Zaman sanki duruktur, ders verir çöl insana, farketmeyi öğretir, kalbinizin atışını duyarsınız o sıcak sessizlikte... İşte tabiatın gücü bu, burada adadaki bu balkonda, gözlem yapmaya bayılıyorum. Gözlem, en iyi farkındalık ve öğrenme yöntemi.

Geriden geliyorum tabi, ama Twitter'e dadandım bugünlerde komik bişey, o kadar anlık ki yazılanlarda kurgu beklemiyor insan, pek hoş...

Hürriyet gazetesi şarap eki vermiş bugün, hmm, bayılıyorum bizim bazı tiplere, büyük bir hava ile alıyorlar şarabı, tadıyorlar, dudakları büzüp uzaklarda biryerlere bakıyorlar, "eveet dolgun" falan gibi tabirlerle yorumluyorlar, eh ne de olsa şarap kursları var ya artık herkes neredeyse degüstatör... Beyim o öyle iki derse gidip üç kelime ezberlemekle olmuyor, başlı başına bşr kültür, ittire kaktıra olmaz...Boşverin yahu şarap bildiğiniz doluca, sen beğeniyorsan Cumartesi de şahane... Yurdum şarabın membaı ama şaraplar sıradan sofra şarabı, kendinizi heba etmeyim....Aynı tiplerin puro muhabbeti daha da hoş çok gülüyorum...

Bu Ruhban Okulu'nun ışıkları gece geç saatlere kadar neden yanar? hep merak ediyorum, aman sakın hince düşüncelerim olduğunu sanmayın, hem kapalı hem de ışıkları bazan ikinci kattaki pek çok odanın neden yanıyor?... Zaten kapısında da iki tabela var birinde 'TC Milli Eğitim Bakanlığı - Özel Rum Erkek Lisesi" yazıyor diğerinde de "Aya Triada Manastırı" biliyor muydunuz?

Bugün balkonda yoga derslerine başladım, ilk dersi kendime verdim,hocadan memnun kalmakla beraber talebeden hoşnut olmadım. Yarın sevgiliyi de yanlız yoga yapmaktan kurtaracağım...

Valla dediğim gibi bugünlerde ateşlipolitik yazı falan yok bunlarla idare edelim.

Salı, Temmuz 06, 2010

güzel gün....

Tembellik günü bugün, malum yaz geldi derslerim azaldı, biraz da bilerek ben azalttım. Şehrin içinde bu sıcakta oradan oraya koş, evet aslında benin için bir ideal ama gene de yoruluyor insan. Bu nedenle bizim merkezde haftada dört gün keyifle verdiğim dersler yeterli şimdilik...

Bugün canım sevgili işe başladı, hoş bu cümle yanlış, zira doğumdan 5 gün sonrası itibarıyla fiilen işe başlamıştı zaten. Evde daha sonra da adadaki evde kurduğu ofis köşesinde hergün muntazaman işlerini takip etti...

Ama bugün fiilen de ofisine gitti...Haftada iki gün ile başladı şimdilik... Tabi çok ta özledim, insan hemen alışıyor.....

Bu durumda tatlı Aliş ile başbaşa kaldım, elbette Zazi büyük yardımcı, ama şimdiye kadar iyi gittik, süt içtik, banyo yaptık, en önemlisi uyuduk....Nazar değmesin

Şimdi, balkonda istirahat, biraz kış dönemi için araştırma internetten, daha sonra vazifem beni bekler hem de büyük keyifle.... Bu nedenle bugün politika yazısı falan efedersiniz balıkesir, bandırma.....

Pazar, Temmuz 04, 2010

Sakin günler

Farkında mısınız? sakin günler, gene trafik kazaları, belki terörist saldırıları ama politikada sessiz sakin günler yaşanmakta.
Çünkü Recep Bey tatilde ( Recep Bey şeklinde yazmamın kanunen suc olmadığını birkaç yetkili merciden teyid ettirdim ) ses seda yok, konuşmuyor, kimselere kızmıyor. Bizim de içimiz şişip, tansiyonumuz fırlamıyor.
Arada eski milli eğitim bakanı sazı aldı eline birilerine "ahmak" falan dedi ama pek de takan olmadı... Ayrıca bence kendisi de bizzat o videoyu birkaç kere izlemeli herhalde kendisinin de hoşuna gitmeyecektir, hiç yakışık almıyor bu tarz hitaplar bence. Belki bazı taraftarın hoşuna gidiyordur. Ayrıca kendisi yakıştırıyorsa ben bilmem... Belki de şimdiki milli eğitim bakanının düzenleme işe yaramıyor deyip tek sınava geçmesi asabını bozmuştur...
Herneyse Allah Recep Bey'den razı olsun. Nerede nasıl tatil yaptığını bilmem zaten onlarla uğraşarak basitleşmem de. Hamdolsun tatilde, umarım bu tatil iyi gelir, biraz asabı düzelir, aman Emine Hanım zat-ı şerifi biraz daha tatilde tutamaz mısınız?
Bari bizim de sinir katsayımız düşer...
Herkese huzurlu, keyifli bir pazar akşamı dilerim, siz siz olun, TV'den uzak durun gene de...


Bizim Ada'nın arkasında Çam Limanı'ndan bir huzur görüntüsü

Perşembe, Temmuz 01, 2010

Kabotaj Bayramı Kutlu olsun



Çok meşgulüz ya, Kabotaj bayramından bahseden yok.
Oysaki kabotaj hakkı bie devlet için son derece önemli bir egemenlik gücüdür.
Adına methiyeler düzülen sakıt Osmanlı Devleti, kabul etmiş buşunduğu kapitülasyonlar ile ( artık Kapitülasyonların ne olduğunu ve onlardan kurtulmanın nasıl bir egemenlik gücü olduğunu bilen gencimiz de pek kalmadı) Kabotaj hakkıkı da kaybetmişti.
Kabotaj hakkı kısacası bir devletin kendi limanları arasında kendi bayrağı ile yük taşıma hakkı demektir.
İşte Düveli Osmani'nin son zamanlarında, hasta adamın, limanları arasındaki yük ve yolcu taşıma işlerini bile yabancı bayraklı gemiler yapmaktaydı.
1923 yılında Lozan Antlaşması ile başlayan ve 1926 yılında Kabotaj kanununun yürürlüğe girişi ile tamamlanan hukuksal sürecin ardından, Türk karasularında, buna göller ve akarsular da dahil, tüm yük ve yolcu taşımasi ve her türlü denizcilik iş ve hizmetleri Türk Vatandaşları tada Türk Bayraklı gemiler tarafından deruhte edilir.
Genç Cumhuriyet'in en önemli kazanımlarından biridir.

Hazır Türk Bayraklı gemilerden bahsetmişken şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Bir devletin bayrağını taşıyan gemilerin, dünya denizlerinde dolaşması, o denizlerdeki yabancı limanlara uğraması son derece önemli ve zarif bir güç göstergesidir.

Benim çocukluğumda ve gençliğimde, pek çok Türk Bayraklı yolcu gemisi gerek iç ve gerekse dış hatlarda seferler yaparak bayrağımızı Amerika dahil pek çok ülkede şerefle dalgalandırırlardı.

Denizcilik Bankası Denizyolları İşletmesinin lağverdilmesi ile bu bayrak dalgalandırma artık maalesef tamamen bitmiştir.

Bu işletmeye ait, Ankara, Akdeniz, Ege, İzmir, Samsun, Karadeniz, İskenderun vs. gibi gemiler yenilenmeyerek hurgaya ayrılmış. Şirketin elinde kalan son dört modern gemiden, Ankara ve Samsun bir özel şirkete satılmış, İskenderun gemisi Bahriye'ye devredilmiş, Mavi Marmara ise malumunuzdur.

Bunlardan İsrail'lilere sahibi olan özel şirketçe kiralanan Ankara gemisi ( ne hazin ki başkentimizin adını taşımaktadır)ise şu anda bir İsrail limanında yarı tutuklu olarak beklemektedir.

Elimizde son olarak iki adet Türk Bayraklı yolcu gemisi kalmıştır, bunlar da ait oldukları şirketlerce her an satılmak üzeredir.

Bir de Atatürk'ümüzün yatı Savarona halen Türk bayraklıdır, 49 yıllığına işletmecisi tüm mali zorlujklara rağmen gemiyi ( her ne kadar tüm eski özelliklerini yitirmiş olsa da kabuğu halen aynı kalmıştır) idare etmeye çaşımaktadır.

Türk Bayrağı değil koskoca gemilerden, gündelik kullanılan yatlardan bile silinmektedir, yaşamakta olduğumuz Heybeliada güneyindeki Çam Limanı koyuna günlük olarak gelmekte olan bireysel teknelerin neredeyse tamamı Amerikan Bayrağı taşımaktadır.

Bir devletin bayrağını denizlerde dalgalandırması para pulla ölçülecek şey değildir, bu son derece önemli bir siyasi ve politik mkeseledir, ancak büyüklerimizin çok daha önemli ( şimdi burada tekrar edip sinir bozmayayım) konuları olduğundan ve dahi denizcilik ile yakından uzaktan alakaları bulunmadığından bu konu ile ilgilenmeyi zul görmektedirler.

Her lafın başında üç tarafı denizlerle çevrili yurdumuzdan bahsetmekle beraber bir denizcilik bakanlığımız bile yoktur. Marmara içindeki araba taşıma maksatlı iki- üç tarifeli sefer haricinde limanlarımız arasındaki seferler, karayolu ve otobüslere terkedilmiştir.


Resimde bir zamanlarım ünlü yolcu vapuru "Gülcemal " ve saat 14:00 Sirkeci rıhtımından kalkışında Meşhur Kaptan Gogen tarafından düdüğü çalığında İstanbul'luların saat ayarı yaptıkları eski Ankara vapuru görülüyor