Cumartesi, Mayıs 30, 2009

Geç kalmış bir 27 mayıs yazısı.

Biliyorum geç oldu bu yazı ama,  gene de fikrimi beyan edeyim dedim.

Ben 27 mayıs ihtilali ( o zaman ve hatta yakın zamana kadar darbe falan değil ihtilal denirdi) olduğunda 3 yaşındaydım. Elbette o gün olanları hatırlayamıyorum, ama hemen sonrasını evdeki hareketliliği çok küçük olmama rağmen hatırlıyorum.

Mükemmel birer Atatürk çocuğu olan annem ve babam, elbette ki Atatürk'ün partisi olan CHP'li idi. Durum karşısında asla bir hınç içinde değillerdi, her gün saat 19:00 da o zaman İstanbul Radyosu olarak yayın yapan radyoda "akşam ajansının" nasıl dikkatle ve sessizce dinlendiğini muhalif olmalarına bazı durumlarda rağmen annemin gözlerinin yaşardığına ve hatta daha sonra uzun yıllar Yassıada'ya bakamadığına şahit olmuşumdur.

Elbette demokrasinin kesintiye uğratılması ve hatta siyaset nedeni ile bir başbakan ve bakanların idam edilmesi pekçoğunun hapislere atılması ve o sıradaki uygulamalar tasvip edilecek bir durum değildir. Demokrasilerde iktidarlar halkın oyu ile gelir ve öylece gider. 

Peki ya gitmek istemezse ? o zaman halk içinde huzursuzluk başlar....

Düşünüyorum da bu demokrasi ayıbı olduğunda acaba memlekette demokrasi varmıydı.

Ne yazık ki işler aradan 50 yıl geçtiğinde, romantik yaklaşımlar ile anıldığı gibi değil. Dönemin konjonktürünü iyice irdelemek lazım.

Şunu iyice bilmeliyiz ki, 10 yıllık iktidarının artık son demlerini yaşamakta olan ve artık sadece adında Demokrat olan parti, iktidarın her türlü nimetlerini yoğun bir şekilde kullanıyordu. Oluşturulan "Vatan cephesi" ile halk bölünüyor, iyice kutuplaştırıyordu. Bu cepheye kayıt olanların adları radyolardan saatlerde listeler halinde okunuyor, bu listeye kediler, köpekler hatta ölmüş kişilerin bile isimleri koyuluyordu. Memlekette vatan cepheli olanlar ve olmayanlar gittikleri kahvehaneleri bile ayırmışlardı.

Aileler içinde bile ayrişma ciddi şekilde yaşanmakta birbiri ile görüşmeyen akrabalar oluşmaktaydı.

Mecliste Kurulan, "Tahkikat komisyonu" adlı hilkat garibesi komisyon yargının yetkilerini almış muhalif mebuslar dahil cezalandırıyordu. Bu komisyonun elinde idam yetkisi bile vardı.

Başbakan, laik Türkiye Cumhuriyetinin kürsüsünden, "siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz", " odunu koysam seçtiririm" gibi lafları rahatça edebiliyordu.

İhtilalden bir müddet önce Londra cıvarında geçirdiği uçak kazasından sağ olarak kurtulmuş olduğu için kendisini iyice Allah tarafından seçilmiş kulu olarak görüyor, megolomaninin zirvelerinde dolaşıyordu..  Muhalif yazarlar ve basın hiç acımasızca hapsediliyor mizahta bile muhalefete asla müsamaha gösterilmiyordu ( bilmem bugüne benzeteniniz var mı?) 

O zamanın tabiri ile "demokrat parti zenginleri" yaratılıyordu, memleket borç batağına sokuluyordu..

Seçildiğinde  yaptığı ilk iş ezanı Türkçe değil arapça okutmak olan, kara çarşaflıların bir resmi geçitte tabur olarak önlerinden geçmesine şapka sallayan, köy enstitülerini ve halkevlerini kapatarak anadoluda feodal yapının devamını sağlayan  bir iktidar.... Daha pek çok demokratik olmayan davranışlar içindeydi...

Yani bu demokrasi abidesi olarak adlandırılan ekibin artık demokrasi ile hiç bir ilgisi kalmamış yalnızca iktidarda kalmak derdinde olan bunu için de herşeyi mübah gören bir iktidar. 

Elbette ihtilale ve idamlara gerek yoktu, çok kötü olmuştur, ama maalsef iktidarın durumu buydu. Memlekette demokrasi yoktu ve halkın bir bölümü infial içindeydi...

Hatırlatmak istedim.

Şunu da önemle söylemeliyim ki, bu nevi dramların üzerinden zaman geçtikçe Holywoodvari romantikleşmeler ve tarafsız olmayan bakışlarla yapılan yaklaşımlar ile olaylar çok değişik görünüyor. Gerçekten de tarafsız bakabilmeli ve olayın vuku bulduğu dönemin konjonktürel yapısını iyice tahlil etmeliyiz. Gene de söylemeliyim ki hiç bir durum bir darbeyi haklı gösteremez. 

Ordu artık bu tavırlardan kendini sıyırmış görünüyor. Umarım mevcut ve gelecek iktidarlar ve hepimiz gerekli derlseri alırız.

Cuma, Mayıs 22, 2009

bir resim



Yer  : Avrupanın en fakir ülkesi Macaristan, Budapeşte  

Tarih : bu mayıs,

Mekan:  şehrin orta yerlerinde  minik bir park,

Zaman : öğle saatleri

Sıradan bir günün öğlen saatlerinde şıklık, zerafet, kendine güven, birey oluş, Avrupalılık ....

Yorum sizin...